Köşe Yazıları

CEHALET SINIR TANIMIYOR!

CEHALET SINIR TANIMIYOR!

Narenciyeyi,
Sebzeyi,
Pamuğu,
Kağıdı,
Eti,
Çeri çöpü ithal eder haldeyiz.
Koskoca bir ülkeyiz oysa; hem nüfusu ile hem yüz ölçümü ile hem de tarıma ve hayvancılığa elverişli toprağı, havası, doğası ve suyu ile… Yani üretime dayalı ne gerekiyorsa onlara sahip olan şanslı ülkelerden biriyiz. Biriydik!

Sanayi desen, düne kadar bacaları tüten fabrikaları olan ve hatta yabancı yatırımcıların bile ağzının suyunun aktığı bir ülkeydik.

Evet belki paramızın değeri diğer bazı para birimlerine göre dünya lideri değildi ama “Türk Lirası” diye saygı gören bir kavram vardı.
O da düne kadar!

Herşey düne kadar!

Şimdi ise ne ziraat ne hayvancılık ne madencilik ne sanayi ne de elle tutulur ve geliri gerçekten halkın menfaati için kullanılan bir sektör kaldı.

Ülkede satacak birşey de kalmadı.
Sat sat nereye kadardı zaten! Elbette bunun bir sonu gelecekti. Ve geldi…

İçler acısı…
Nice savaşlara göğüs germiş, nice ambargolara rağmen ayakta durmayı başarmış bir ecdadın çocukları ve torunlarıydık oysa.

Biz her koşulda, her şeye rağmen düşünebilen bir millettik. Haklı ve haksızı ayırt edebilen, doğru ve yanlışı görebilen, hele ki söz konusu “Vatan” olduğunda bu toprakların her karışını koruyan, savunan, hakkını yedirmeyen bir millettik.

Gel gelelim bugün cehalete yenildik! Son yıllarda o ya da bu sebeple yuttuğumuz lokmalara şükrederken, sırf o lokmaları da yitirmemek adına “ŞAK ŞAK!” yapacağız diye bu günlerin geleceğini göremedik!

Sunulan hepi topu birkaç minik lokmaydı oysa, havadan gelen!

Göz boyamaca, aldatmaca…

Ve bugün gelinen nokta şu ki; ekonomi tamamen bitmiş durumda. Üretim neredeyse sıfır noktasında. Sanayi desen ha durdu ha duracak.

Sağlık, eğitim vs… Onlardan bahsetmiyorum bile!

Dün; “Sanki ülkemizde maaşlar dolarla! Ne diye tasa ediyorsunuz?” diyenlerin ise bugün ülke para birimi Euro olan bir ülkede refah içinde yaşaması da ayrı bir ironidir!

Bütün bunların yanında asgari ücret 4.250 TL oldu diye sevinen ve hâlâ bunun artı eksi hesabını yapamayan, üstüne üstlük bir de bu artışı büyük bir lütufmuş gibi taktir ederek karşılayan, bunun niye böyle olduğunu sorgulayamayan herkes için Atatürk’ ün veciz sözünü hatırlatmakta fayda görüyorum; “Düşünmeyen beyinler, düşüncesizlere esir olmaktan öteye gidemezler.”

“Cehalet Sınır Tanımıyor!” diye başlık atarken son olarak bir dip not ekleyip yazımı sonlandırıyorum; 4.250 TL, bugünün (yazıyı yazarkenki dakikaları baz alıyorum!) döviz kuruyla 274 dolara tekabül ediyor. 2021 yılı başında asgari ücret ise 381 dolar idi.

Evet, farkındayım bu orantıyı kurmak, bunun ne demek olduğunu algılayabilmek, sorgulayabilmek ve düşünebilmek bir parça zor olabilir! Ama buna rağmen ben yine de bu minik aydınlatmayı yaparak belki de bir farkındalık yaratabilirim umuduyla düşünmeye sevk etmek istedim.

Devletçi Ekonomiyi Kaldırdık, Piyasa Ekonomisiyle Eziliyoruz

Devletçi Ekonomiyi Kaldırdık, Piyasa Ekonomisiyle Eziliyoruz

1986-1991 tarihleri arasında Azot Sanayii T.A.Ş. de görev yaptım.

Ankara Başkent Akademi ekonomi ve maliye bölümünden mezun oldum.

Yaklaşık 10 yıl ihracat ve ithalat bölümlerinin başkanlığını yaptım.

Kısacası 24 Ocak 1980 tarihine kadar uygulanan Devletçi ekonomik modeli de gördük.

24 Ocak 1980 tarihinden sonra uygulanan piyasa ekonomisi modelini de yaşadım.

Devletçi ekonomide hedefimiz rekor düzeyde üretim yapmaktı.

Üretim maliyetlerimiz önemli değildi.

Gübre fiyatını devlet tespit ediyordu.

Eğer zarar ediyorsak, devlet hazineden karşılıyordu.

O tarihlerde gübre stratejik bir madde idi.

Siyasetçiler gübre fiyatı ve mazot fiyatı konusunda çok duyarlı idiler.

Devletçi ekonomide tarım ürünlerinin taban fiyatlarını da döviz fiyatlarını da devlet ilan ediyordu.

İthalat ve ihracat devletin iznine tabiydi.

Yani hedef üretimin çokluğuydu.

Maliyetlerin yüksek olması çok önemli değildi.

27 Ocak 1980 tarihli kararlardan sonra ekonominin dini değişti.

Çok üretim yerine ucuz maliyet öncelik kazandı.

Zarar eden devlet şirketleri ya kapandı, yada özelleştirildi.

Özelleştirilen çok kritik işletmeleri bünyesine katan büyük holdingler piyasaya hakim oldular.

Bankacılığı, otomotivi, enerjiyi, gıdayı ve beyaz eşyayı aynı holding çatısı altında toplamayı başardılar.

Piyasa ekonomisinin olmazsa olmaz şartı olan rekanet kriterini tamamen unuttular.

Devlet çarpık uygulanan piyasa ekonomisini disiplin altına almak mecburiyetindedir.

Ekonomide özel sektör ve devlet sektörü beraberliğinde karma ekonomik sistemi uygulamak şarttır.

Enerji sektörüne, tarım sektörüne ve gıda sektörüne müdahale edilmez ise halkımız fiyat artışları altında ezilecektir.

Daha önce özelleştirilen bazı fabrikaların devlet varlık fonuna katılması bile düşünülmelidir.

Günün sözü;

Başkalarının istedğine göre değil,

Yanlız kendimiz için düşünüyoruz.

“Voltaire”

Bursaspor Manisaspor’u elinden kaçırdı

Bursaspor Manisaspor’u elinden kaçırdı

Bursaspor Manisaspor maçı başlarken puan cetveline bir göz attım.

Ard arda üç maçı kazandığımız takdirde play off hattına yaklaşıyorduk.

Ard arda üç maçı kaybettiğimiz takdirde puan cetvelinin en dibine iniyorduk.

Çünkü düşme hattının en üstündeki Denizlispor ile aramızda sadece 2 puan bulunuyordu.

Play off grubunun en altındaki Samsun spor ile ise aramızda sadece 5 puan bulunuyordu.

Manisaspor da bizim gibi sezona çok kötü başlamıştı.

İlk 9 maçta sadece 1 puan alan Manisspor son 3 maçta 7 puan alarak çıkışa geçmişti.

Bizde Denizli sporu deplasmanda yenerek yeni bir çıkışa ilk adımı atmıştık.

Maç biletlerini 5 liraya indirerek 15 bin taraftarı da maça getirmiştik.

Ama arzu ettiğimiz galibiyete ulaşamadık.

İlk yarıda bir topumuz direkten döndü.

Aşırtma vuruşla çok önemli bir pozisyonu kaçırdık.

İkinci yarıda tam istediğimiz zamanda golü de bulduk.

Ama galibiyeti koruyamadık.

Manisaspor yediği golden sonra oyuncusunu da değiştirerek oyuna ortak olduğunu göstermişti.

Biz taze kan alma konusunda çok geç kaldık.

Beraberlik golünü yedikten sonra yaptığımız değişiklikler hiç bir işe yaramadı.

Son 10 dakika ve uzatmalarda yoğun baskı uyguladık.

Ama maçı lehimize çevirmeyi beceremedik.

Bu sezon puan cetvelinde farklı bir durum görüyoruz.

Geçen senenin iddialı takımlarından Tuzlaspor, Samsunspor, Altınordu ve hatta Menemen spor da büyük düşüş görüyoruz.

Eyüp spor’u ise süpriz takım olarak izliyoruz.

 

Günün sözü;

Planınız bir yıl içinse, prinç ekin.

10 yıl içinse ağaç dikin.

Yüz yıl için ise insanları eğitin…

“Huong Che”

15 YAŞ!

15 YAŞ!

Artık neredeyse kanıksadık ve kabul ettik! Hatta bu tarz haberleri duyduğumuzda ne içerler ne de şaha kalkar olduk!

Ülkede bazı davranışlar etik olmaktan çok öte, o kadar ayağa düştü ki, sanırım o düşüşlerle beraber insanlığımız ve doğru-yanlış ayrımımız da yerlere yapıştı! Hiç olmadığı kadar hem de…

Ahlâk, edep, bel altı yaşamak, düşünmek ve davranmak doğalımız oldu. Artık bu tür haberleri yadırgamıyor, itiraz etmiyor, sorgulamıyoruz bile.

Sessiz bir kabulleniş hakim üzerimizde. Tıpkı uslu çocuklar gibiyiz her birimiz; gıkımızı çıkartmadan olan biteni seyrediyor ve bize sunulanla yetiniyoruz. Ya da  layık görülen hayatlarımızın içinde sinik ve silik bir şekilde yaşıyoruz.

Bunca şeyi niçin ve neden yazdığıma gelirsem;

Bu ülkede B sınıfı ehliyet sahibi olabilmenin yaşı 18. Kanun böyle… Yani, bir otomobil kullanabilmek için vakt-i zamanında uzmanlar tarafından yapılmış olan bedensel, zihinsel ve toplumsal yeterlilik yaşı 18 olarak belirlenmiş. Böylece uzmanların verileri ışığında ehliyet sahibi olmak için gerekli yaşın 18 olduğuna kanaat getirilerek yasalaştırılmış.

Hal böyleyken, 14-15 yaşlarındaki kız çocuklarının ırzına geçip, bir şikayet hasıl olup iş adliye koridorlarına kadar gittiğinde “Rızan var mıydı kızım?” diye sorarak, karşılığında aldığınız “Evet” cevabı ile bir hayatı söndürmüş oluyorsunuz. Çünkü  ne o küçücük bedenler yaptığı işin farkında ne de kendisine ne yapıldığının farkında!

“Evet, rızam vardı” demesi ise tamamen ya aile bireylerinin zorbalığından ya da ırzına geçen kişinin tehditinden kaynaklıdır.

Zira 14-15 yaşında bir çocuğun ne akli melekeleri böyle önemli bir kararı verecek kadar gelişmiştir ne de beden yapısı bunu kaldıracak kadar güçlenmiştir. O, anatomik olarak da hukuken de hâlâ bir çocuktur.

Onun gelecekteki hayatını etkileyecek olan ve sözüm ona! kendi şuuru ve iradesiyle verdiği kararların bile geçerli sayılmaması ve dikkate alınmaması gerekmekteyken, sorulan bir soru ve karşılığında alınan “Evet” cevabıyla hayatının kararması karar vericilerin aldığı en büyük veballerden biridir!

Nitekim küçük kız çocuklarına baskı ile yaptırılan evliliklerin sonuçlarını bugün televizyon ekranlarındaki realite şovlarda, her birinin yaşı henüz 20′ lerine yeni değmiş, 2-3 çocuk sahibi olmuş, yediği dayaktan, gördüğü eziyetten ve yaşadığı sıkıntılı hayattan dolayı 40′ lı yaşlarını andıran fizikleriyle çare arar halde izlemek veya gazetelerden haberlerini okumak kaçınılmaz hale geldi.

Bu şekilde dosya kapatarak bir çocuğun hayatını karartabiliyorsunuz da bir otomobilin direksiyonunu 18 yaşından önceki bireylere güvenle teslim etmeyi uygun görmüyorsunuz!

Hasılı; çelişkiler ülkesindeki gelişmelere sessiz kalan halkımıza da diyecek söz bulamıyorum!

13-14-15 yaşındaki kız evlatlarımızın henüz çocuk olduklarını idrak edebileceğimiz yetişkinler ülkesinin hayalini kurarak, herkesi kendi vicdanıyla baş başa bırakıyorum.

Esen kalın.

11-17 Aralık Mevlana Haftası

11-17 Aralık Mevlana Haftası

Her yıl 11-17 Aralık tarihleri arasında mevlana kutlamaları yapıyoruz.

Onun 750 sene önce yapmış olduğu analizlerin bu gün için ne kadar geçerli olduğunu görüyoruz.

Temiz kalbi ve vicdanını dinin merkezine alan Mevlana bakınız ne demiş.

Kalbinin yıkayıp arıtmamışsan bütün gün abdest alıp namaz kılmaktan fayda bekleme demiş.

İslam dinini cami, namaz ve cemaat arasına sıkıştırıp hem islam dışı, hem de insanlık dışı eylem yapanları görünce, Mevlananın ne demek istediğini anlıyoruz.

Mevlana felsefesinde dinin direği kalptedir ve vicdandadır.

Mevlana felsefesinde sevgi ve hoşgörü vardır.

Şeffaflık ve dürütslük vardır.

Dışlamak ve ötekileştirmek yoktur.

Mevlana kendindendir, gölgenden değil, çektiklerin diyeek, bu aşamada yaşadığımız çıkmaza değinmiştir.

Müslüman toplumlar arasında hala ayrımcılık ve mezhep kışkırtıcılığı yapılıyorsa, mübarek dinimizi hem kendimize, hem de başkalarına tam olarak anlatmış sayılamayız.

Mevlana felsefesi uydurma dinleri ve ılımlı modelleri bünyesinde barındırmaz.

Mevlana felsefesi amaç ve toplumsal yönden bozulmaya yüz tutmuş, toplumlar için bir sosyal ilaç niteliğindedir.

Öleninde Allahuekber, öldürenin de Allahuekber diyerek savaştığı bir dönemde toplumsal bir ders niteliğindedir.

Yüce dinimiz Allah’ın emridir.

Değişmesi düşünülemez.

Ama çağa ve zamana göre öncelik sıralarını gözden geçirebiliriz.

Eğer ibadet görevimiz zaman içinde bir alışkanlık ve sosyalleşme haline dönüşmüşse hemen vicdanımıza danışmalıyız.

Ve adaletle, liyakatla, hakla, hukukla ve eşitlikle ilgili görevlerimizi hemen hatırlamalıyız.

Mevlana felsefesinde kalp temizliğine ve vicdan muhasebesine öncelik verildiğini görürürüz.

 

Günün sözü;

Din ve ahlak vasıfları bakımından, bir bütünün tamamlayıcısı olan iki parçasıdır.

“hemrich Hane”

 

Engelliler Gününün Ardından

Engelliler Gününün Ardından

Her yıl 3 Aralık günü, engelliler günü olarak kabul edilmiştir.

Engelli bireyi olan aileler farklı bir hayat maratonu içinde yaşarlar.

İki tarafta zaman içinde birbirlerinden birşeyler öğrenirler.

Engelli daha rahat yaşam sunan ailesine refleksleriyle minnetini sunar.

Engelli yakını ise merhamet duygularının yeniden yeşerdiğini hisseder.

Engelliler aileye takım oyunu oynamayı öğretirler.

Kendimizden başka öncelikler olduğunu da hatırlatırlar.

Artık kendi önceliğimiz kalkar, engellinin önceliği ön plana çıkar.

Çünkü engellinin hayata 1-0 yenik başladığını çok iyi bilirler.

Zaman geçtikçe engelliyi bir sorun olarak değil, bir birey bir renk olarak görmeye başlarlar.

Bu duyguyu yaşamak, bir bakıma yüce Allah’a ulaşmak demektir.

Dünya telaşı içinde zaman zaman uzaklaştığımız vicdani değerlerimize yeniden yakınlaşmamız demektir.

Modern çağımız, Engelliler konusunda çok duyarlı kararlar almıştır.

Bu konudaki en önemli karar dünya çapındaki örgütlenmelerdir.

Bu örgütlenmeler engellileri kişisel merhamet duygularından kurtarmıştır.

Engelliye sahip çıkma kişisel merhamete değil, dünya çapında bir sisteme kavuşmuştur.

İşte bu örgütlenmeler sayesinde engelliler konusunda ki ilgi ve bilinç her yıl daha da artmaktadır.

Bizde, bir engelli kardeşe sahibiz.

Zaman içinde engellinin aileyi bölmek yerine daha çok birbirine kenetlediğine tanık  olduk.

Bir takım oyunu anlayışıyla hepimiz bu engeli rahatlıkla aştık.

Aslında her insanın her zaman bir engelli adayı olduğunu çok iyi öğrendik.

Günün Sözü,

İnsanlar her zaman kahraman olamazlar.

Ama her zaman iyi insan olabilirler.

“Benjamin Frankliyn.”

 

ESFELE SAFİLİN

ESFELE SAFİLİN

SELİN IŞIL YAZARLIK AKADEMİSİ…

Bendenize ait olan ve yazma tutkusuyla müracaat eden bireylere hizmet edebilmek amacıyla kurulmuş bir kurum.

Gizli kalmış cevherlere ev sahipliği yapan akademinin değerli danışanlarından biri olan Zeynep Özen Okumuş’ un kalemine yer vermek istedim bu haftaki köşe yazımda.

Zira sevgili Zeynep Hanımın ülke gündemimize dair bir konuda yüreği öyle büyük isyanlarda idi ki, bu haykırışı kalem ve kağıt ikilisi ile buluşturarak bana okuduğunda, işte o zaman “Bu çığlığı herkes duymalı!” diye düşündüm.

Bu arada onun satırlarına yer vermeden önce kendisinin yazım dünyasına tasavvuf ile adım atmaya hazırlanan bir kalem olduğunu ve bir yandan da felsefe ve bilim konularına da kaleminin yatkın ve bilgisinin var olduğunu da söylemeliyim.

ESFELE SAFİLİN’ in ne demek olduğunu merak edenlerinizin ise yazının bitimine kadar sabırlı olmalarını dileyerek, kalemi Zeynep Özen Okumuş’ a bırakıyorum;

“Muhakkak ki biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.”/ Tin süresi 4. Ayet.

Bir diğer ayette ise: “Andolsun biz Ademoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.”/ İsra süresi 70. Ayet

İnsan eşref-i mahluktur, yani mahlukatın en şereflisidir. Zira yaratılıştaki mahiyeti itibarıyla her insan lekesiz, tertemiz, iman ve İslam’a en müsait hüviyette olup, temiz ve selim fıtrattadır.

İnsan dünyada Allah’ın lütfuna en çok mazhar olmuş, en seçkin ve en değerli varlık olarak gösterilmektedir.

Bu kadar mükemmel bir şekilde var olan insanoğlu, nasıl olur da hayvanlardan daha aşağıya düşebilir diye düşünürken, hayvanlara benzetilmelerinin hakaret sayıldığını çok sonradan anladım!

ARTIK YETER!

YETER ARTIK…

Bu dönemde lanetli var oluşunuz yüzünden olaylar ve facialar yerle göğü titretiyor! Ve insani vicdanların bu kadar kör ve sağır olmaları da beni derinden üzüyor.

Ey hayat! Varlığın acıdan öteye geçmiyor artık.

Peygamber efendimiz dünyaya teşrif etmeden önce Hz. İsa’nın getirdiği ilahi emirler yok olmuş ve insanlar karanlığa düşmüşlerdi! Cehaletin sancakları sallanıyordu! Bunlardan biri de babaların kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Ve yüce Allah, Hz. Muhammed’i (s.a.v) göndererek cehalet sancaklarının hepsini yakıp yıktı.

Üstelik yaşanmış bu olaylar sadece paygamber efendimizin zamanına da mahsus değil; Hz. Lut kavmi, Hz. Hud kavmi… Yani yok olan kavimlere baktığımızda, helak olma sebebi olan her ne varsa hepsi şu anda hayatımızda mevcut ve hatta daha da korkunçları var!

İki gün önce baba sıfatı almış mahluk, henüz iki aylık olan kundaktaki minnacık bebeği darp eder, küçücük bebek beyin kanaması geçirir ve şu an yoğun bakımda ölümle cebelleşmektedir.

Geçen hafta;

İki buçuk yaşında bir kız çocuğu kaybolur ve on gün sonra meleğin cansız bedenini 7 km uzakta bulurlar. DNA testinde, dedesi (70) olan mahluk, babası çıkar ve o küçücük meleğe tecavüz edip öldüren de önce dedesi olarak bilinen, sonra da babası olduğu ortaya çıkan mahluk olduğu öğrenilir.

Sadece bunlar da değil; biri çıkar kılıçla sokaktaki hiç tanımadığı eli kınalı kızı, on kılıç darbesiyle öldürür. Biri çıkar çocuğu yasak ilişkisini gördü diye, onu öldürür ve cesedini sobada yakar.

Biri kalkar sokak ortasında  eşinin boğazını çocuğunun gözü önünde keser…

Tarihin hangi zamanında insanlık bu derece ayağa düşmüştür?

Evet, geçmiş zamanlarda kızlarını diri diri gömenler olmuş ki o zaman islam ışığı tamamen kaybolmuştu, onlar karanlıkta yaşıyorlardı! Şu an ise, yani islam nurunun güneş gibi aydınlattığı bu dönemde, bu vahşetlerin, nüfusunun % 99′ unun müslüman olduğu bir ülkede yaşanıyor olması gaflet değildir de nedir? Bu tür insanları hayvana benzetip, hayvanlara hakaret etmek istemiyorum. Vahşi hayvanlar bile, ergenlik çağına eriştiğinde annesinden, kardeşlerinden ayrılarak sürüsünü terk eder ve başka bir sürüye katılıp eş bulur kendisine. Şimdi, hayvanlara nasıl benzeteyim bu insan adını almış mahlukatları! Ancak yüce Allah’ın dediği gibi, “esfele safilin” derekeleri diyebilirim.

(Esfeli safilin; bir kişinin düşebileceği en aşağılık mertebedir. Yani İslam anlayışına göre hayvandan daha aşağıda bir mertebede olma hal ve durumunu ifade eder.)”

/ Zeynep Özen Okumuş.

 

Esen kalın.

Bursa spor Beşiktaş ve Milli Takım

Bursa spor Beşiktaş ve Milli Takım

Üst üste 3 galibiyet alan Bursasporun bu serisini Kocaeli spor bozmuştu.

Bir sonraki İstanbul spor maçı ile yeni bir seriye başlarız diye umut etmiştik.

İstanbul spora da Gençlerbirliğine de mağlup olarak kötü bir seriye başlattık.

Takımın mücadele gücünün düştüğünü görüyoruz.

Temaslı ve ağresif futbolu beceremiyoruz.

Takımın saha içindeki bir liderden yoksun olduğunu izliyoruz.

Birinci bölgede ve onsekiz sahası içinde adam paylaşmayı bilemiyoruz.

Kendimizi göstermemiz için ikinci bölgede çok top tutuyoruz.

Hem takımın hücum gücünü kesiyoruz.

Hemde kaptırdığımız toplarla kalemizde tehlikeler yaratıyoruz.

Hala bir oyun planı kuramadık.

Bursaspor için en uygun oyun tarzı kontraatak futbolu oynamaktır.

Türkiye kupasında zorda olsa Kırşehir sporu eledik.

Yedek oyuncularımızın durumunu da görmüş olduk.

Ama önümüzdeki maçlar için umutlu olamadık.

Artık Bursaspor maçlarını gururla ve heyecanla izlemek istiyoruz.

Futbolcularımızın bizi bu eziyetten kurtarmalarını bekliyoruz.

Gelelim bu sene Beşiktaş’ın durumuna.

Geçen senenin iki kupalı efsane Beşiktaş’ı bu sezon ligin dibine vurmuştur.

Yorgun bitkin ve doymuş Beşiktaş’ın hızlı bir çıkış yakalayacağını umuyoruz.

Beşiktaş’ın bu sene şampiyonluk bir yana ilk dört içinde bile yer bulacağını sanmıyoruz.

İki sezon önce şampiyonlar liginde mağlubiyet olmadan grup birincisi olmuştu.

Bu sene ise grup sonuncusu oldu.

Oyuncuların da, Sergen Yalçın hocanın da heyecansız olduklarını hissediyoruz.

Milli takımımız öyle bir kura çekti ki, çektiğine pişman oldu.

İlk rauntta Portekiz’den kurtulsak bile ikinci rauntta İtalya’ya düşeceğiz.

Bu kadar şanssızlık olamaz.

Portekiz ve ardından İtalya’dan sıyrılmak bir mucize demektir.

 

Günün sözü;

Yardımlar tıpkı çiçekler gibidir.

Ne kadar taze ise,

İnsanları o kadar memnun eder.

“Chillan”

 

Alman Koalisyonu ve Bizim Eski Koalisyonlar

Alman Koalisyonu ve Bizim Eski Koalisyonlar

26 Eylül’de Almanyada milletvekili seçimleri yapılmıştı.

Seçim sonuçlarından bir koalisyon hükümeti çıkmıştı.

21 Ekim’de sosyal demokratlar, yeşiller ve liberaller bir araya gelebildiler.

Ve üç partinin farklı renkleri nedeniyle trafik lambası koalisyonu adı verilen bir ortaklık kurdular.

Yapılan planlamaya göre 9 Aralık’ta göreve başlayacaklar.

Şimdi bizde de 1973 – 1983 yılları arasındaki koalisyon dönemlerine gelelim.

Ankara da kamu görevi yaptığım yıllarda çok çeşitli koalisyon ortaklıkları ile çalışmıştım.

Ortaklar arasındaki paylaşım sürerken, biz kamu görevlileri olarak merakla sonuçları beklerdik.

Bakanların ve genel müdürlerinin paylaşımı, hem adaletli, hem de karşılıklı kontrollüydü.

Mesela bakanımız Abdulkerim Doğru muhafazakardı.

Genel müdürümüz Yücel Özden ise sosyal demokrattı.

Bana göre en ilginç olan ortaklık 1973 yılında rahmetli Erbakan ve Ecevit tarafından kurulmuş olan koalisyondur.

Bu koalisyonda çok cesur, çok değerli ve genç kadrolar yer almaktaydı.

İçişleri bakanı Oğuzhan Asiltürk’tü.

Başbakan yardımcısı ise, Devlet planlama kökenli Hikmet Çetin’di.

Bu koalisyonun ilginç ve adaletli projeleri de vardı.

Düşük maaaş ile yüksek maaş arasındaki adaleti sağlayan “eşel-mobil” sistemi ilk kez bu dönemde konuşulmuştu.

Yüksek faizler altında zarar eden kamu kuruluşlarına finasman sağlamak amacıyla para havuzu kurulması gündeme gelmişti.

Ama bu koalisyon hem içerdeki, hem dışardaki patronlar tarafından hiç sevilmemişti.

Hem banka sahibi, hem de makam sahibi patronlar bir anda Mücahit Erbakan ve Karaoğlan Ecevit çekişmesi oluşturdular.

Bu benzeri zor görülecek muhafazakar sosyal demokrat koalisyon kısa ömürlü olmuştu.

Ardından Süleyman Demirel liderliğinde milliyetçi cephe (MC) hükümetleri dönemini yaşadık.

MC ortakları aynı rengin değişik tonları gibiydiler.

MC Ortakları arasındaki paylaşımlar, çok hareketli geçerdi.

Bakanlıkların, kamu kurumlarının ve kamu bankalarının paylaşılması sırasında büyük pazarlıklar yapılırdı.

Millet ittifakı önümüzdeki seçimleri kazandığı takdirde, Türkiye’nin yol haritası ile ilgili olarak, ortaklar arasında çok radikal pazarlıklar yapılacağını da  tahmin ediyoruz.

 

Günün sözü;

İlim servetten daha kıymetlidir.

Servetini sen korursun, halbuki ilim seni korur.

“Hz.Ali”

NAZARA GELİYORUZ!

NAZARA GELİYORUZ!

Ah şu Avrupa ülkeleri!
Kem gözleriyle yediler bitirdiler bizi.

Şekere kota…
Kahveye kota…
Yağa kota…
Şimdi de benzine kota.
Allah bilir benim bu satırları yazdığım şu dakikalar ile, yazının gazetede yayınlanacağı güne kadar kimbilir daha nelere kota uygulanacak!

Pardon! Gün mü dedim ben? Hay benim dilimi arı soksun! Oysa ki AN diyecektim. Malum, millet olarak artık AN’ lık yaşadığımız için!
Aklım hep normal olana, yani güne gidiyor.

Gece yattığımızdaki durumla gündüz uyandığımızdaki değişken durum arasındaki olağanüstü zamlara, -daha doğrusu- “minik fiyat ayarlamalarına!” şimdiden alıştık bile!

Bu şartlar altında Avrupa bizi elbette kıskanır! Bizdeki zenginliğe bakın; benzin kuyruklarına bile araç fazlalığından dolayı toplum olarak biz sebep oluyoruz! Nitekim ülkede otomobil bolluğu olduğu için benzin istasyonları halkın yüksek talebine karşılık benzin yetiştiremez oldular!

Ee..buna maşallah demek gerek! Ve hatta bu kadar zengin bir ulus olduğumuz için de kendimizle övünmemiz lazım.

Kotalar mı?
Amannn onlara aldırmayın siz! Farzedelim ki cebinizde dibek gibi paranız var ve şeker, yağ, kahve gibi kota konan ürünleri çokça satın alarak sağlığınızı göz göre göre bozmayın derdindeler sayın büyüklerimiz! Öyle ya, kahve kalp çarpıntısı yapar, şeker zaten hastalıkların ağa babası! Yağ ise zaten külliyen vücuda zarar! Tüketilmemesi daha hayırlı!

Bizim milletin zenginliği de başa bela! Sayın büyüklerimiz halkın sağlığını halktan daha çok düşündükleri için bu ürünlere kota gelmesine vesile olarak bizleri koruyorlar. Allah razı olsun onlardan!

Sahi bir de şu et meselesi vardı. “İki kilo eti yemesinler, yarım kilo et yesinler.”
Bu nasıl ince bir düşüncedir! Bu nasıl korumacı bir tavırdır!

Tabii ya… Et kolestrole sebep olur, kolestrol de maazallah kalp, damar ve bilimum hastalıklara yol açar. Şimdi durup dururken iki kilo eti yiyip de zaten pandemiyle canhıraş bir şekilde boğuşan doktorlarımıza ve ağzına kadar Kovid-19 hastaları ile dolu olan hastanelere gitmemek en doğrusu. Biz bunu niye düşünemedik acaba? Halbuki sayın büyüğümüzün dediği gibi, iki kilo yerine yarım kilo et yersek kolestrol sorunu yaşamaz ve böylece hastane kapılarını da aşındırmayız.

Bir kez daha Allah razı olsun!

Ülkemizde herşey tıkır tıkır yolunda gidiyorken, Avrupa’ nın bizi kıskanmaması şaşırtıcı olurdu zaten! Zira kendileri kendi vatandaşlarına bu konforu, lüksü ve zenginliği sağlayamadığı ve halklarının sağlıklarını bu denli düşünemedikleri için bizi kıskanmakta çok haklılar!

Gel gelelim refahtan pür neşe yaşayan yurdum insanı için “Maşallah!” dememeleri bizi gücendiren esas konudur!

Ey Avrupa!
Kıskanmak yerine sen de çalış, bütün bu imkanlar sende de olsun! Ama nazar etme ne olursun!

Esen kalın.