Köşe Yazıları

Ukrayna Krizinden Alınacak Dersler

Ukrayna Krizinden Alınacak Dersler

Geçmişte Sovyetler Birliğini bir çok ülkeden oluşan hantal bir güç olarak tanımıştık.

Birlik dağılınca Rusya’nın tek başına daha güçlü hale geleceğini düşündük.

Nitekim petrol ve doğalgaz kaynakları yeni Rusya’yı ihya etti.

Enerji konusunda vrupa Birliği Rusya’ya muhtaç duruma düştü.

Ama Avrupa Birliği, Amerika ve Nato’da boş durmadı.

Sovyetler Birliğinden kopan Romanya ve Bulgaristan’ı hem Avrupa Birliğine, hem de Nato’ya üye yaptılar.

Konu Ukrayna’nın AB ve Nato üyeliğine gelince Rusya kuşatılmak istendiğini hissetti.

Ukrayna’nın AB ve Natı üyeliğine alınması, Rusya’nın hem Karadenizdeki, hem de Balkanlardaki ağırlığını zedeleyecektir.

Bizi de, ya Amerika ve Nato ortaklığını seçme yada Rusya ortaklığını seçme konusunda sıkıntılı bir tercihe zorlayacaktır.

Biz ise, diş politikada sıkıntılarla birlikte yaşamayı öğrendik.

Çünkü hiç bir ülke ile hiç problemsiz bir dış politika yürütemeyeceğimizi artık çok iyi anladık.

Bölücü terör örgütleri ile işbirliği yaptığını bildiğimiz AB ve Amerika’dan kopmuyoruz.

Enerji ortağımız Rusya’dan da vaz geçmiyoruz.

Artık seçenekli dış politikalar üretmeyi ve komşularla olan ilişkilere özen göstermeyi öğreniyoruz.

Tam üye olabilmek için neredeyse 40 yıl Avrupa kapısında oyalandık.

Birlik üyelerinin istifade ettikleri hiç bir ekonomik sosyal ve kişisel haklardan yararlandırılmadık.

Ama Avrupa mahkemelerince hep cezalandırıldık.

Şu anda Ukrayna’nın yaşadığı tercih krizinden ders çıkarmalıyız.

Yakın gelecekte ya Nato’da olacaksın, ya da Rusya ile birlikte olacaksın denilerek bir tercih krizine bizde zorlanabiliriz.

Komşu olarak, arabulucu olarak ve bölgesel çıkarlarımız olarak çok yönlü düşünmeliyiz.

 

Günün sözü;

Hatadan korkan bir insan,

Hiç bir şey yapamaz.

“Lincoln”

Yüksek Enflasyona Kim Sebep Oluyor

Yüksek Enflasyona Kim Sebep Oluyor

Ocak ayı tüketici enflasyonu %48.9’a ulaştı.

Bize 1990’lı yılları hatırlattı.

Ocak ayı üretici enflasyonu ise %97.57 çıktı.

Bu oran patronların ve toptancı esnafın hala zamma doymadığını gösteriyor.

Üretici enflasyonu Şubat ayında da enflasyonun canımızı yakacağını işaret ediyor.

Peki üretici enflasyonu neden bu kadar yüksek çıkıyor.

Birincisi patron kesimi ve toptancı esnaf fırsatçılık yapıyor.

Tüm dünyayı yıktığı gibi bizi de perişan eden enerji zamlarını lehine kullanıyorlar.

Tüm dünyadaki maliyetlerinin farkındayız.

Avrupadaki enerji fiatlarıın iki hatta üç kat arttığını da biliyoruz.

Depolama lojistik ve nakliye masraflarının arttığını da inkar edemeyiz.

Ama dış ülkelerdeki patronlar ve toptancı esnafı bizdeki gibi acımasız değiller.

Bizim ticaret erbabımız maşallah her krizi fırsata çevirmeyi becerebiliyor.

Ramazan ayını fiat artışı ayına çeviriyorlar.

Salgın hastalık döneminde de sağlık krizini fırsata çevirmeyi biliyor.

Sel baskınını aşırı kar yağışını ve buzlanmayı da ticari olarak kullanıyor.

Hele döviz kurlarının aşırı yükseldiği durumda ticaret erbabının halka yaptığını unutamayız.

Tavana kadar yükselttikleri fiatları göstermelik indirimlerle savunmaya çalıştılar.

Her fırsatta yazıyoruz.

Dini hayatımızda da, ticari hayatımızda da vicdani değerlerimizi merkeze almalıyız.

Her ticaret erbabının peşine bir müfettiş takamayız.

Ama vicdanlı bir adamın peşine müfettiş takmaya gerek yoktur.

Yaşadığımız her krizi ilave kurallarla ve yeni kanunlarla çözemeyiz.

Ama toplumsal vicdanı yakalarsak denetim yapmaya bile ihtiyaç kalmaz.

Ramazan fırsatçısı da, pandemi fırsatçısı da, döviz kuru fırsatçısı da ve aşırı kar fırsatçısı da kalmaz.

Günün sözü;

Yoksul çok şey ister,

Hırslı ise her şeyi ister.

“Syrus”

Kur Korumalı Sistem Amacına Ulaşıyor mu?

Kur Korumalı Sistem Amacına Ulaşıyor mu?

Kur korumalı mevduat hesaplarının iki amacı vardı.

Birincisi döviz kuru fırtınasını durdurmaktı.

İkincisi bankalarda bulunan 235 milyar dolarlık döviz mevduat hesaplarının çözülmesini sağlamaktı.

Bu sebeplerle 24 Aralıkta bu hesaplar devreye sokuldu.

Ama 5 Şubat itibariyle 235 milyar dolarlık döviz hesaplarından yaklaşık 13 milyar dolarlık bir kısmının çözüldüğünü gördük.

Aslında 13 milyar dolarlık çözülme beklentilerin çok altında kalmıştı.

Sade vatandaş hesapların işleyişindeki bürokratik uygulamaları tam anlayamadı.

Yaygın medya kur korumalı hesapların işleyişleri ile ilgili ayrıntılı açıklamalar yaptı.

10 soruda mevduat hesapları ile ilgili bilgiler verildi.

Hesap kapanış tarihinden sonra elde edilecek kazançlarla ilgili senaryolar yazıldı.

Ama sade vatandaş Ayşe teyze kur korumalı hesabın çalışma şeklini henüz tam kavrayamadı.

Ayrıca hesapların içinde merkez bankasının varlığı da öngörülmüştü.

Sözün kısası bu hesapların çalışma şeklini bizde uygulamalar devam ederken öğreneceğiz.

Bu arada rahmetli Özal’ın yüzlerce klasörlük Türk Parası Koruma Kanununu bir kaç sayfalık özetle sadeleştirmiş olduğunu hatırladık.

Rahmetli Özal bir genelge ile kambiyo rejiminin dinini değiştirmişti.

Ekonomi yönetiminin de yeni ekonomik modeli ve kur korumalı mevduat sistemini sadeleştirmesi lazımdır.

Ekonomi ile ilgilenen vatandaş bürokrasiden çok ürker.

Belirsizlikten hiç hoşlanmaz.

Bankanın ne vereceğini üç aşağı, beş yukarı bilmek ister.

Yaklaşık 2 aylık zaman içinde 235 milyar dolarlık döviz mevduatından 13 milyar doları çözebildiysek uygulamadan bir sıkıntı var demektir.

Belirsizlikler ve bürokratik uygulamalar yeni ekonomik modeli amacından uzaklaştırır.

Sadeleştirmek şarttır.

Günün sözü;

Paranızı hala sayıyorsanız,

Gerçekten zengin değilsiniz demektir.

“Pau Getty”

110.000 RAKAMI!

110.000 RAKAMI!

 

Bazen kendime soruyorum; ” Ben mi hayal görüyorum yoksa yaşadığım ülkede olan biteni doğru değerlendirecek zekaya sahip değil miyim? Ya da yaşadığım ülkenin benim ülkem olduğunun mu farkında değilim! Veyahut ne bileyim; belki ülke ve benim görüşlerim doğrudur da algıladığım zaman ve dönem yanlıştır!

 

Nicedir bu şekilde sorguluyorum kendimi…

 

Yazı başlığıma bakıp girizgahımı da okuduğunuzda vaka sayılarından bahsettiğimi anlamışsınızdır. 110.000′ in üzerinde bu virüsü taşıyanlar var aramızda. “Aramızda” diyorum çünkü artık önceki tedbir, uygulama ve kısıtlamaların neredeyse hiçbiri olmadığı için kovid virüslü vatandaşlar ellerini kollarını sallayarak diğerlerinin de hayatlarını riske atıyor.

 

Ne filyasyon ekiplerinin eski duyarlılığı ne kamuya açık alanlarda maske – mesafe zorunluluğu ne AWM gibi kapalı ama topluma açık alanlarda kontrol ne de hijyen kuralları… Hepsi pufff diye uçtu havaya! Sanki pandemi bitmiş gibi, sanki herşey pir-u pak olup yoluna girmiş gibi, sanki bu meseleyi henüz dünya ülkeleri halledememişken biz halletmişiz gibi!

 

Herkes aynı rahatlığın içinde.

 

İnanılır gibi değil!

 

Aşı olunca herşeyin bittiğinin söylenmesi, bu anlayışın yaygınlaştırılması ve tabii ki halkın da aşı olduktan sonra bu defterin kapandığı hissine ve bilincine kapılmaları yapılan en büyük hata olmaya devam ediyor.

 

Adı ister Turkovac olsun, ister Biontech, ister Sinovac… Ne olursa olsun…Aşının bu işin önüne geçmediği ya da geçmek için yeterli olmadığı gün gibi ortada iken, “Artık aşılandık, özgür ve rahatsınız” imajı verilerek toplumu yanlış yönlendirmek de ayrı bir vebal olmalı!

 

“Evvelallah bu işi de alnımızın akıyla hallettik!” demek değil mesele! Gerçekten halletmek, halledebilmek!

 

Zira vakanın tırmanışı ve rakamlar söylendiği gibi pandemi meselesinin hallolmadığının ve bu uğurda kat etmemiz gereken yol olduğunun göstergesidir.

 

Bütün bunlara göre yazının başında sorduğum sorularının aynılarını yine kendime sorarak bu haftamı ve yazımı sonlandırıyorum; ben mi yanlış algılıyorum olan biteni yoksa durduğum yerde ya da zamanda mı bir hata var?

 

 

Esen kalın.

Bursaspor Sahipsiz Kaldı

Bursaspor Sahipsiz Kaldı

Düşme hattına çakılan Bursaspor’dan Ocak ayı transferlerinde önemli takviyeler bekliyorduk.

Ama tam tersini yaşadık.

Batuhan, Taha ve Kerem Trabzonspor’a satıldı.

Gizli başkan konomundaki 2.başkan emin Adanur istifa etti

Ve Bursaspor kulübü olağanüstü genel kurul kararı aldı.

İlk mali ve idari genel kurul toplantısı 19 Şubat’ta yapılacak.

Çoğunluk sağlanamaması halinde ise 26 Şubat’ta ikinci toplantı yapılacak.

Bu arada 5 Şubat tarihinde de Bursaspor gibi alt sıralarda olan Altınordu ile oynayacağız.

Ardından deplasmanda Samsunspor ile oynayacağız.

Bir sonraki hafta Bursa’da Tuzlaspor ile daha sonraki haftada deplasmanda Ankaragücü ile oynayacağız.

Sıradaki Boluspor’la ise deplasmanda oynayacağız.

Bu takımlardan bazıları Playoff maçlarına katılmak için oynuyorlar.

Bazıları ise düşme hattından uzaklaşmak için oynuyorlar.

Bursaspor ise maçlarının tamamını başkansız ve yönetim kurulu olmadan oynayacaktır.

İkinci yarıya takviyesiz başlıyoruz.

Üç önemli elemanımızı kaybetmiş olarak başlıyoruz.

İkinci yarıya hazırlık kampına bile yeterli sayıda futbolcu götüremedik.

Vakıfköydeki çok genç futbolcularla hazırlık kampını destekledik.

Bu yaşadığımız gelişmeler Eskişehir sporun son üç senedir yaşadığı tabloya çok benziyor.

Benzer akıbeti sakaryaspor ve Kocaeli sporda yaşamıştı.

Bu sezon Kocaelispor birinci ligde Sakaryaspor’unda ikinci ligde toparlanamadıklarını izliyoruz.

Bursaspor’un çok daha diplere vurmadan bir an önce toparlanmasını diliyoruz.

Kongrelerden Bursaspor’a sahip çıkacak bir yönetim bekliyoruz.

Günüb  sözü;

İyi yontulmuş taşlar,

Harca gerek kalmadan, kendiliklerinden birleşir.

“Çiçero”

Halkımız Hangi Ortaklıktan Yana

Halkımız Hangi Ortaklıktan Yana

Yıllardan beri bir türlü karar veremiyoruz.

Yeni yol haritamız nasıl şekillenecek, hangi ülkelerle birlikte yürüyeceğiz.

AB, Amerika ve NATO ile yaptığımız yorucu ortaklıklarla devam mı edeceğiz.

Yoksa son dönemde yükselen Rusya, Çin birlikteliğine mi katılacağız.

Metropol şirketi hem batı ve hem de doğu ortaklıklarının konumlarını araştırdı ve sonuçları buldu.

2021 ocak ayında AB ve Amerika diyenler %40.9 iken, Rusya ve Çin oyları %27.6 olarak bulunmuştu.

Ocak ayında ise AB ve Amerika diyenlerin oyları %40.9’dan %37.5e inmiştir.

Rusya ve Çin ortaklığı diyenlerin oyları ise %27.6’dan %34.4’e çıkmıştır.

Yani Türk halkı AB ve Amerika ekseninden, Rusya ve Çin eksenine kaymaya başlamıştır.

Son iki yılı karşılaştırdığımızda CHP, İYİ Parti ve HDP’nin oylarının, AB ve Amerika ortaklığının yanında olduğunu görüyoruz.

HDP ise geçen yıl verdiği % 70.3, 2022’de verdiği % 57.8 oyla, AB ve Amerika ortaklığını en çok isteyen parti konumundadır.

Ali Babacan’ın partisi %53 oranla Rusya ve Çin ortaklığı diyerek hepimizi şaşırtmıştır.

Yani lokomatif ayrı, vagonlar farklı istikamet gösteriyor.

Mesela geçen yıl CHP’de, AB ve Amerika oyları %40.5 iken bu sene % 45.8’e çıkmıştır.

İYİ Parti oyları da aşağı yukarı CHP’nin sonuçlarına benziyor.

MHP’de ise geçen yıl Rusya Çin ortaklığına evet diyenler %34.9 iken, 2022 yılında %50.7 seviyesine yükselmiştir.

Ak Parti geçen sene AB, Amerika ortaklığına %35.8, Rusya Çin ortaklığına ise %30.8 oy vermişti.

2022 yılında ise AB, Amerika ortaklığına %27.1, Rusya Çin ortaklığına %49.4 oy vererek sert bir çıkış yaptı.

Aslında 2023 yılında Türk seçmeni iktidar partisini değil, gelecekteki yabancı ortaklarımızı seçecektir.

 

Günün Sözü;

İyiliğini gizli yapanlar,

Tanrıya inananlardır.

“Balzac”

Işıl’dan BİO Enerji Röportajı

Işıl’dan BİO Enerji Röportajı

14 dile çevrilmiş “Hayata tutunuyorum”, “Hayatın 10 Altın kuralı” ve “Mektup” gibi eserlerinin yanı sıra gazeteci kimliğiyle pek çoğunuzun yakinen tanıdığı Selin Işıl’ı bu kez başka bir özelliğiyle konuk ediyoruz. Bu öyle bir özellik ki; iddia ediyoruz, yazarlığının da önüne geçecek bir unvan…

…Ve sizlere “Kozmik Enerji Uzmanı” Selin Işıl’ı takdim ediyoruz… Son zamanlarda çokça karşılaştığımız ‘bütüncül şifa’ sistemleri ya da ‘tamamlayıcı tedavi’ yöntemleri arasında ön sıralarda yer alan kozmik enerji ile ilgili merak ettiklerinizi, doğru bilinen yanlışları ve daha bir çok ilginç bilgiyi bu röportajımızda Türkiye’nin önde gelen kozmik şifacısı Selin Işıl’a sorduk. Kendisine bizleri kırmayıp tüm sorularımıza verdiği samimi ve açıklayıcı bilgiler için teşekkür ederek söyleşimizi başlatıyoruz:

KUZEYİNSESİ: Selin Hanım, ‘kozmik enerji’ ile ilgili siz bir giriş yapın, biz de ardından merak ettiklerimizi soralım.

SELİN IŞIL: Kozmik enerjinin tarihçesine girmeyeceğim. Biliyorum ki insanlar tarihçeden ziyade ne olduğuna, nasıl olduğuna ve nasıl çözüme kavuşturduğunu merak ediyorlar. Kozmik enerji Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ)  laboratuvar ortamında, bilimsel olarak yapılan deneylerin neticesinde kanıtlanmış, DSÖ’nün kabul ettiği en geçerli bütüncül tedavi yöntemidir.

 

KUZEYİNSESİ: Reiki, Access Bars, Bio enerji gibi enerji sistemleri arasında da DSÖ tarafından kabul edilen tek enerji sistemi sanırım.

SELİN IŞIL: Evet tüm enerji sistemleri içinde Kozmik enerji DSÖ tarafından onaylanan tek bütüncül tedavi yöntemi. Saydığımız bu tedavi sistemlerinin frekansları çok düşük, tedavi edici özellikleri yok. Varsa da tedavi kesildiğinde hastalığın yeniden nüksetmesi söz konusu. Bio enerji ile de tedavi ediliyorsunuz ama hastalığınızda bir geri dönüşüm oluyor. Bu yüzden bana göre bio enerji tam tedavi yöntemi değildir. Kozmik enerjide olay bambaşka. Sizi alıp saçınızın telinden ayak tırnağınızın ucuna kadar iyileştirmeye meyleden bir yöntem. Efendim sadece vücudun biyolojik olarak tedavisi de değil. Size diyor ki; sen fiziksel olarak rahatsızlandı isen ruhsal durumunda da bir problem olabilir. Ruhsal durumunda bir problem var ise alanında bir negatiflik vardır. Alanında bir negatiflik var ise hayatında blokaj vardır. Hayatında blokajlar var ise kökeninde sorunlar vardır. Yani sadece böbreğiniz mi ağrıyor ‘aaa gelin ben tedavi edeyim‘ olayı değil. Kozmik enerji gerçekten muhteşem bir bütüncül tedavi yöntemidir. Üzerine başka şifa yöntemi tanımıyorum.  Ki ben de çok uzun yıllar sağlık problemi yaşayan bir insan olarak, şuan sağlıklı bir insan olarak görünürü ben olduğum için rahatlıkla söyleyebiliyorum, ki zaten bilimsel olarak da somut sonuç verileri olan bir yöntem. Yani sizi bütüncül alıyor. Fiziken, ruhen hayatta olmanız gereken yere sizi sağlık olarak, kafa sağlığı olarak, ruh sağlığı olarak, beden sağlığı olarak da tamamen yeniden baştan yaratılmış (yaratılmış kelimesi yanlış anlaşılmasın mecazi olarak kullanıyorum)  bir insan kalıbı ile sizi tertemiz yapıyor, hayatın belli bir noktasına koyuyor. İşte diyor, senin olman gereken denge noktası bu. Buyur yürü… Muazzam bir sistem…

 

KUZEYİNSESİ: Peki bu kozmik enerji hangi araçları kullanarak iyileştiriyor. Yani bildiğimiz tıp ilaç, ameliyat vb yöntemler kullanıyor. Kozmik enerjide hangi yöntemi kullanıyorsunuz?

SELİN IŞIL: Kozmik enerji tamamen enerji ile tedavi ediyor. Ama enerjiden enerjiye fark var Az önce siz saydınız. İşte Reiki, Access bars, bioenerji vesaire vesaire. Kozmik enerji bunların çok çok üstünde olan bir enerji sistemidir. Bunu insanın yaşaması gerekiyor, deneyimlemesi gerekiyor. Kozmik enerji sisteminin içine dahil olan insanın yaşamındaki değişimleri gördüğünüz zaman, bu inanılmaz diyorsunuz. Kişinin kendisi inanılmaz diyor. İnanılmaz güzellikler yaşıyor.

Öncelikle kişi hasta ise sağlığına kavuşuyor. Bu arada şunu söylemeliyim kozmik enerji bütün hastalıklara şifa olabiliyor. İğnesiz, ilaçsız. Bakın akupunkturda bile iğne var. Kozmik enerjide bu da yok, ilaç da yok. Herhangi bir isteği yok sizden, herhangi bir beklentisi yok sizden. Size günde 3 iğne vurulacaksınız demiyor. Karşılık beklemeyen ve sizi gerçek anlamda 4’ncü evre kanser ve ağır şizofren vakalar hariç, bütüncül olarak tedavi ederek bedeninizi ve ruhunuzu mis gibi size teslim eden bir sistem.

 

KUZEYİNSESİ: Peki herkese uygulanabiliyor mu yoksa belirli kriterleri var mı?  Yani şu yaş, şu cinsiyet, din vb. ayrımı var mı?

SELİN IŞIL: Kozmik enerji tedavi yönteminin en güzel yanı zengin, fakir. din, dil, ırk, coğrafya sınırı tanımaması. Evrendeki tüm canlıların; hayvanların da, bitkilerin de tedavi edilmesinde kullanılır. Her canlının bu şifayı almaya hakkı vardır. Hayvanın da, bitkinin de, doğanın da, insanın da. Ve tekrar altını çiziyorum, kozmik enerjinin dinler ile asla ilgisi yoktur. Amaç tamamen insanları, hayvanları, doğayı yani nefes alıp veren bütün canlıları şifalandırmaktır. Olayımız budur. Bu açıdan güzel bir soru sordunuz. Çünkü bazı kişiler şunu söyleyebiliyor, ’ben Müslümanım, o değil’ hayır böyle bir problemimiz yok. Müslüman da olsan insansın, Yahudi de olsan insansın, Hristiyan da olsan insansın. Sonuçta temel olarak hepimizin tek bir yaratıcısı var. Aslında enerjinin de tek bir yaratıcısı var. Yani kainatta her şeyi o yaratmış. Kaldı ki Allah Müslümanlık, Yahudilik, Hristiyanlık diye bunun sorgulaması yapan insanlara, (affedersiniz ama 8 kere Kuran-ı Kerim’i hatim etmiş bir insan olarak) açınız, okuyunuz o zaman diyorum. Okuduğunuzu da anlayın diyorum ki enerji ve enerji ile tedavi orada da var. Ama anlayarak okurlar ise…

KUZEYİNSESİ: Okuyucularımızın en çok merak edeceği şu olacak: Kozmik enerjide tespit ve tedavi süreci nasıl oluyor. Tabii ki işin detay kısımlarını kendinize saklayacaksınız doğal olarak. Ama yüzeysel olarak bize bu süreci anlatabilir misiniz? Kozmik enerji ile tedavi olmak isteyen bir insanı hangi süreçler bekliyor? Teşhisi nasıl koyuyorsunuz, işlem nasıl devam ediyor?

SELİN IŞIL: Şimdi diğer kozmik yapan arkadaşlar kızmasınlar bana ama kozmik enerji ile şifa yöntemi o kadar kolay bir şey değil. Okuyucularımızdan çok özür dilerim, ‘parayı veren kozmikci oluyor’ ya, öyle bir şey değil. Bu muazzam bir sistem. Dolayısıyla layıkı ile yapmak gerek bunu. Çünkü çok büyük bir sistem ile karşı karşıyasınız ve her şifacının bunun farkında olması gerek. Bunu bilerek danışanlarını kabul ediyor ve bunu bilerek danışanlarının tedavisini kabul ediyor olması lazım. Her kozmik şifacının “ben şu kadar verdim kozmikci oldum, elime iki çubuk aldım…” Bir kere olay bu değil bunu geçelim. Şimdi kendime dönersem ben neyi, nasıl yapıyorum, yapmayı arzu ediyorum, gücümün yettiği kadarıyla, anlatayım.

Öncelikle tabii analiz yapıyoruz. Kişinin beden şifasına bakıyoruz. Bu bir numaralı kuraldır. Beden şifalarımız önemlidir. Çünkü bedendeki hasarlarımız zaten az önce dediğim soruları da peşinde getiriyor. Geçmiş kökeninize kadar bizi götüren vücuttaki hasarlarınızdır, hastalıklarınızdır bize ipuçlarını veren. Efendim ben şahsım adına önce bedenlere bakıyorum. Madem bu bir şifa yöntemi; beden sağlığı olmadan, kafa sağlıklı olsa ne olur diye düşünüyorum. Çünkü ağrı çeken bir vücut ne yaparsanız yapın ruhsal olarak bir kırılma yaşayacaktır. Onun için önce bedene bakıyorum. Arazlarına bakıyorum, neresinde ne var, ne aksaklık var. Daha önce neler yaşamış bedenen ve bugün neler yaşıyor ve biz nasıl katkı sağlayabiliriz, ne kadar düzeltebiliriz, düzeltebilir miyiz? Gücümüz var mı?

Kendimi katmadan anlatıyorum ve mütevazı konuşuyorum kozmik enerji adına. Yoksa evet tedavi edebiliyoruz ama işi doğru yaparsanız. İşin analiz kısmı sonrasında çok detaya girmeden anlatayım.

 

KUZEYİNSESİ:  Ben çok araya girmek istemiyorum, çok güzel anlatıyorsunuz ve bizim soru sormamıza gerek kalmadan merak edilen şeyleri aktarıyorsunuz. Bu yüzden kesintisiz anlatabilirsiniz.

SELİN IŞIL: Şimdi efendim vücudu aldık şifalandırdık. Psikoloji, ruh sağlığı, alan sağlığı ve hayatın içindeki döngülere ket vuran, tutukluk yapan (blokaj diyoruz biz bu durumlara) blokajları oluşturan hastalıklar. Bakın beden hastalığı değil, o blokajları da ben hastalık olarak algılıyorum. Hayatın içindeki döngüleri de düzenliyoruz. Buda mı yetmiyor o kişinin yedi neslinde bir problem var. Bu sefer genetiğe iniyoruz. DNA’ya iniyoruz. Genetiğe kadar inebiliyoruz. Genetik temizliği de yapıyoruz. Yapılması gerekiyorsa. Ve ondan sonra tabii ki genetik temizliği yapılmış, kafa çalışması yapılmış, ruh sağlığı, psikolojik çalışmaları yapılmış, beden çalışmaları yapılmış, alan çalışmaları yapılmış, çakra meridyen çalışmaları yapılmış, enerji bilgi kişilik madrası oturtulmuş bir insan mümkün mü yani pozitifi çekmemesi artık. Bu arada tabii aurasını da oluşturuyoruz. Yani diyorum ya yeniden baştan aşağıya inşa ediyoruz. Bütün bunları bıçağı alıp elimize sizi doğramadan yapıyoruz. Ve yahut bugün git yarın gel demeden yapıyoruz. Ya da size şu kadar mesafe kat edeceksin, yol geleceksin demeden yapıyoruz. İstediğiniz yerde bulunun km.ler ötesinde olsanız, yurtdışında da olsanız ben size ulaşıyorum diyerek bu tedaviyi uzaktan uzağa da yapabiliyoruz, gayet rahat yapabiliyoruz.

 

KUZEYİNSESİ: Tedavi sürecini çok güzel anlattınız. Peki hasta bu süreçte ne yapıyor? Dikkat etmesi gereken kurallar var mı? Yani size başvuran kişi şu sıkıntılarım var dedi, siz de analizlerinizi yaptıktan sonra tespitlerinizi söylediniz. İşte kalp var, böbrek var vb. tespiti yaptınız ve ondan sonra dediniz ki şu kadar seans yapacağız. Neyin yapılması gerektiğini, ne kadar yapılması gerektiğini, nasıl buluyorsunuz? Bir de yapılacak seanslar kısmında başvuruyu yapan kişinin özellik ile yapması gereken bir şey var mı?

SELİN IŞIL: Şimdi kaç seans ile kişiyi hayata empoze kıvamına getiriyoruz, o kişinin sistemindeki hasara göre değişiyor. Kişinin bütüncül sisteminin uğradığı hasara, erozyona göre eğer 10 seans gerekiyorsa 10 seans efendim 70 seans gerektiriyorsa 70 seans yapıyoruz. Dolayısı ile kişiden kişiye, kişinin enerji alanı farklı olduğu için kişinin uğradığı erozyon farklı olduğu için enerji alanına göre seans sayısı belirliyoruz. Bir kişi ile 10 seans yapıyoruz diye diğer kişi ile de 10 seans yapacağımız anlamına gelmiyor. Şöyle ki bazı şifa seanslarımızda 6 seans dediğimizde bazen bir temassız seans daha ekleyebiliyoruz. Çünkü danışanlarımızın ya da şifa arayanların da tavsiyelerimize uyması gerekiyor. Bol su içme gibi, bazı şeyleri yapmaması ya da bazı şeyleri yapması noktasında. Şifa arayan kişilerin tavsiyelerimize uyması işimizi kolaylaştırıyor açıkçası. Dolayısı ile ne oluyor başta 6 seans dediğimiz seans sayısı yeterli geliyor. Ama bu kişi tavsiyelerimiz yapmamakta ısrar ederse seanslarımız uzayabiliyor. Biz nasıl vazifemizi yerine getiriyorsak, şifa arayanlarında bir iki kurala dikkat etmesi gerekiyor ki o kurallar öyle zor kurallar değil. Bir diğer sorunuz da hasta ne yapıyordu. Huzurlu bir ortamda meditasyon müziği eşliğinde, tütsü ve mum yakılan bir ortamda tüm düşüncelerinden arınmasını istiyoruz. Kendini rahat bırakmasını istiyoruz.

Şimdi öyle şifa arayanlarımız var ki; kronik hastalığı olan, yaşı ilerlemiş hastalarımız oluyor.  O hastaların tedavisi yatarak yapılıyor. Ama tabii ki bu bir enerji bloğu işidir. Bunun bir bedenin en iyi özümseme şekli, işte bizim kriterlerimiz vardır. Bir saat, seksen dakika, otuz dakika gibi danışanın alanına göre belirlediğimiz. Tabii b uda Türkiye’de başka bir sorundur. Türkiye’deki şifacılar 20+20+ yani 40 dakika yapacağım diyor. Bunu bir kural gibi görüyor. Oysa böyle bir kural yok. Seans süresini 80 dakikaya da çıkarabilirsiniz. Orada şifacının gücü önemli.  Olaya, kişiye, duruma, enerji alanına ne kadar hakim olduğu önemli. Şifacı öyle bir şifacı olmalı ki o anda 30 dakika da tak çekip almalı şifa arayanını, ya da  uygun mu gördü, bakar durumuna, o anda 80 dakika yazar seansı. Yani 20+20 sistemi hadi şifa bulacaksın… Ya da 3 temaslı, 3 temassız hadi iyileştin sen, yok böyle bir sistem. Benim onayladığım bir yöntem değil bu sistem. Bu sistemin içine dahil olan kişiler bana kızacaklardır muhakkak ama böyle bir şifa olmaz. Bu şifa değildir. Bir kitapta yazılanları alıp kopyalayıp, yapıştırmaktır. Türkiye’de birçok kişinin yaptığı budur. Bu yaptığınız ile karşınızdaki bireyi, şifa arayanı önemsemiyorsunuz. Çünkü Ahmet Bey ayrı hisseder, ayrı bir hayat yaşıyordur, ayrı açıları vardır, Ayşe Hanım’ın ayrı acıları, ayrı enerji sistemi vardır. Ben nasıl bir kitapta bana eğitimde 20+20 dakika 3 temaslı, 3 temassız öğretildi diye herkese aynı tedavi yöntemini uygulayayım?.. Böyle bir şey yok. Şifacı iseniz ve kendinize güveniyorsanız, yüreğiniz de yetiyorsa o zaman tam dalarsınız bu işe. Gerekiyorsa şifa arayanın durumuna göre 80 dakika, gerekiyorsa 20 dakika tutarsınız. Böylece klasik eğitimlerden dışarı çıkarsınız ve insanlara muhteşem bir hayat ikram edersiniz.

KUZEYİNSESİ: Sizin ile işbirliği yapıp şifaya kavuşmuş insanlarda bu güne kadar hangi hastalıkları tedavi ettiniz?

SELİN IŞIL: Söyleyeyim. Diyabet, sarılık, hepatit, astım, kronik astım, alerji, bronşit, migren, akçiğer hastalığı, böbrek hastalığı, prostat, kemik ağrıları, uyku apnesi, horlama, romatizma, varis, mide, ülser, gastrit…

 

KUZEYİNSESİ: Tam teşekküllü devlet hastanesi saydınız Selin Hanım.

SELİN IŞIL: Evet bunlar tedavisini yaptığım, birebir sonuç aldığım hastalıklar. Ama şunu da hemen söylemeliyim. Bakın bu çok önemli. Bazı konularda çok kırılgan bir ülkede yaşıyoruz. Bu yöntem yani DSÖ’nün onayladığı bu yöntemi Rusya 30 senedir kullanıyor. Avrupa 15 senedir kullanıyor. Yunanistan devlet hastanelerinde bu tedavi yöntemini kullanıyor. Şaşırdınız mı?

 

KUZEYİNSESİ: Biz niye kullanmıyoruz bu yöntemi?

SELİN IŞIL: Bizde dengeler çok hassas, çok kırılgan, biraz da kapitalizmi seviyoruz. Açık söylüyorum, bu dev bir sektör. Yani ilaç sanayi, sağlık sektörü. Ayrıca kalabalık bir ülkeyiz. 83 milyon insan yaşıyor bu ülkede. Şimdi ben birazcık bu tedavi yönteminin ülkemize geç girişinin olmasını ya da çok hakkınca olmamasını buna bağlıyorum. Şimdi bir şey söylemek zorundayım. Tepki çekmemek açısından ben demiyorum ki doktorlarımız bir işe yaramıyor. Bakın öyle bir şey çıkmadı ağzımdan şu ana kadar. Buna ne diyorum ‘bütüncül şifa yöntemi’ diyorum. Çünkü sözlerimi ters yerden algılayıp da, farklı yerlere çekmek isteyenler olabilir. Tabii ki hastanelerimizin, doktorlarımızın değerleri tartışılmaz. Yerleri de tartışılmaz. Emekleri de tartışılmaz. Tekrar ediyorum bu bütüncül bir tedavi yöntemidir. Bir operasyon geçirecekseniz tabii ki doktora gideceksiniz. Dişinizi çektireceksiniz tabii ki doktora gideceksiniz. Onun için rica ediyorum sözlerimden hiç kimse bir şey çıkarıp, alınganlık yapmasın. Hiçbir sektör, hiçbir meslek grubu. Dolayısı ile kendimi doğru ifade edebildiğimi düşünüyorum. Hani bu kim ki bunları tedavi ediyor diye özellikle belli bir meslek grubu rica ediyorum alınganlık yapmayınız. Bunu bir daha daha söylüyorum bu bütüncül tedavi yöntemidir. Bu arada bütün bunları neye dayanarak yapıyorum. Bu kuruluşun uluslararası federasyonunun bana verdiği yetkiye dayanarak yapıyorum. Yani dünyanın neresine gitsem, kendi ülkemiz de dahil bu şifa yöntemini ve tekniğini uygulama belgem var federasyon tarafından verilmiş. Bunlara güvenerek yapıyorum. Yeterliliğimin olduğuna kanaat getirmişler ki bu belgeyi, bilgiyi, eğitimi vermişler.

 

KUZEYİNSESİ: Bu anlattıklarınız aklımıza şu soruyu getiriyor: Şifacı olunur mu, şifacı doğulur mu?

SELİN IŞIL: Çok güzel bir soru öncelikle bunu belirteyim. Herkes kozmikçi olabilir. Herkes. Doğan, yaratılmış her birey kozmikçi olabilir. Dolayısı ile her doğanda enerji olduğuna göre herkes olabilir. Yaşlılarda olabilir, gençler de olabilir. Akil baliği yerinde olan çocuklar da olabilir. Ama nasıl olur, ne kadar olur, ne olur?  Az önce aslında biraz o konuya değindim ben. Herkes olur da bunu layık ile yapar mı o var. Orası da işte parantez içinde kim neyi, nasıl dolduruyorsa kendisine göre dolduracak.

 

KUZEYİNSESİ: Selin Hanım kozmik enerji ile ilgili bizim sormadığımız ya da sizin illa bunların söylenmesi gerekiyor dediğiniz noktalar var mı? Varsa onları alalım.

SELİN IŞIL: Aslında çok güzel ana başlıklar ile konuları özetlemiş olduk. Bu beyanda ayrıca ben teşekkür etmek isterim. Çünkü bazı dile getirmek istediğim ve yanlış bilinen doğrular, doğru bilinen yanlışları sizin aracılığınız ile gündeme getirmiş oldum özellikle kozmik enerji konusunda. Bu benim için çok önemlidir. Şunları söylemek isterim; Pandemi ile birlikte bazı alışkanlıklarımız değişti, huylarımız değişti, karakterlerimiz ve gidişatımız daha hırçın insan olma yönünde, daha sevgisiz, daha paylaşımsız, daha bencil, daha egolu insanlar olma yönünde ilerliyoruz gibime geliyor. Ve ben buna çok içerliyorum. Çünkü her zaman dediğim gibi benim hayattaki yapı taşım sevgi ve insandır. Ben hayata her şeye rağmen böyle bakmayı seven birisiyim. Sonuna kadarda böyle olacağım. İnsanlara faydalı olduğum sürece kendimi mutlu hissediyorum. Güzel insanlara da şunu tavsiye ediyorum nacizane lütfen yüreklerinde ki sevgiyi, azmi, inancı hiçbir zaman bırakmasınlar. Ve biraz galiba son yıllarda biz birbirimize olan saygıyımızı yitirdik. Nezaketi, hoşgörüyü, anlayış gibi bazı özelliklerimizi unuttuk gibime geliyor. Bunlar da önemli. Toplumun yol almak için birey olarak bunlara da ihtiyacımız var. Ama önce koşulsuz sevgi. Koşulsuz sevgiyi lütfen herkes hayatlarının baş köşesine koysunlar. Diyeceklerim bu kadar. Çok teşekkür ediyorum. O kadar güzel, keyifli bir sohbet oldu ki benim için.

Ukrayna Dostunu Düşmanını Tanımalı

Ukrayna Dostunu Düşmanını Tanımalı

Türkiye ve Ukraynanın yaşadığımız bu dönemde uluslararası gündeme damga vurduklarını görüyoruz.

Çünkü her ikisininde Karadenizde uzun sahili vardır.

Çünkü her ikisininde Rusya için stratejik önemi vardır.

İşte bu iki ülkenin ortak özellikleri uluslararası güç odaklarının ilgisini çekmektir.

Tabi bir önemli noktada Türkiye’nin Karadeniz’de dogalgaz keşfetmesi olmuştur.

Bu sebeplerle hem Amerikanın, hem de Avrupa birliğinin Ukrayna iştahını kabartmıştır.

Sovyet Rusya’dan kopan Ukraynanın tecrübesi henüz yetersizdir.

Avrupa birliğinin kendi içinde kopuk ve kof bir birlik olduğunu henüz anlayamamıştır.

Rusya’dan kurtulmak için Amerika’dan ve Nato’dan yardım istemenin bedelini henüz kavrayamamıştır.

Rusya ile savaş halinden sonra komşu kalmanın sonuçlarını iyi düşünmelidir.

Amerika ve Nato’nun ortakları olan Türkiye’nin bu ortaklık sürecinde Kuzey Suriye’de yaşadıklarını iyi analiz etmelidir.

Ukrayna yöneticileri, kurt politikacıların dolaştığı bu arenada günlük politikalardan vezgeçmelidir.

Uzun vadeli politikalar geliştirmelidir.

Onbin kilometre uzaktaki dostlardan ziyade sınırdaş oldukları komşuları tercih etmelidir.

70 yıl önce bizde Sovyet Rusya’nın sınırında bekçi olmuştuk.

Hiç tanımadığımız Kore’ye asker göndermiştik.

Şimdi artık akıllandık ve menfaatlerimizin farkına vardır.

Rusya, Amerika ve  AB üçgeninde bizimde menfaatlerimizin korunduğu ortaklıklar içinde yer almanın savaşını veriyoruz.

Günün Sözü

Ne borçlu, ne alacaklı ol.

Yoksa hem paranı,

Hem de arkadaşını kaybedersin.

“Shakspare”

Küresel ve Bölgesel Politikaların Merkezindeyiz

Küresel ve Bölgesel Politikaların Merkezindeyiz

Yaklaşık iki aydan beri yeni ekonomik modelimize kilitlendik kaldık.

Ama bu arada hem küresel, hemde bölgesel politikalarda önemli dalgalanmalara tanık oluyoruz.

Enerji konusunda Rusya ile önemli stratejik ortağız.

Ama Ukrayna ve Kırım krizlerinde farklı çizgilerde olduğumuzu gördük.

Daha dün Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de ortak harekata katılan Birleşik Arap Emirlikleri ile SWAP ekonomik anlaşmaları yaptık.

Her zaman Amerika, İsrail ve Yunanistan’ın çıkarlarını korur derdik.

Ama Amerika yüksek maliyetli dedi ve İsrail Yunanistan ortak gaz projesine destek vermedi.

Amerika nın her dönem Asya topraklarında gözü olduğunu ve Çin i markaja almak istediğini biliyorduk.

Başkan Biden’in yardımcılığına Hindistan asıllı bir bayan geldi.

Ve Hindistan’da Amerika’nın rotasına girmiş oldu.

Hindistan ile kavgalı olan Pakistan’tan da boş durmadı.

Çin ile ilişkilerini geliştirmeye başladı.

Dış politika bir satranç oyununa döndü.

Çatışmaları ve kurulan ortaklıkları gördükçe katı milliyetçiliğin ve koyu dindarlığın öneminin azaldığını anlıyoruz.

Bizde döneme uyduk, Mısırla, Suudi Arabistan ile ve hatta Ermenistan’la yeni sayfalar açtık.

Bölgesel politikalara ağırlık verdik.

Bosna hersek ilişkilerine yoğunlaşmıştık.

Sırbistan ve Makedonya’yı da ihmal etmedik.

Bu ülkelerin kendi aralarındaki sorunların çözümüne talip olduk.

Avrupa birliğinin bürokratik bir yapı altında hantallaştığını ve ülkelerin kişiliğini yok ettiğini anladık.

Bunu Romanya ve Bulgaristan örneğinde hissettik.

Bu karmaşık düzende yanlız kalmanın riskli olduğunu da anladık.

Ukrayna krizi konusunda Rusya, Çin ve İran’ın bir anda ortak tavır aldıklarını gördük.

Nato’ya güvenme konusunda endişelerimiz olsa da bu karmaşık dönemde Nato üyesi olarak yola devam etmek en doğru tercih olacaktır.

Ayrıca Nato üyeliğimiz Rusya ile ilişkilerimizi dengede tutacaktır.

 

Günün sözü,

Kitaplık kurmak,

İbadethane yapmak kadar kutsaldır.

“wictor huga”

NAFAKA DEĞİL, SÖMÜRÜ SİSTEMİ!

NAFAKA DEĞİL, SÖMÜRÜ SİSTEMİ!

Elimin erdiği, dilimin döndüğü ve sözcüklerimin yettiğince daima doğruları yazmaya gayret ettim. Bu köşeden sizlere seslenirken kişi kayırmadan, cinsiyet ayırmadan bunu yaptım bu güne kadar.

Kimin neye kızacağını ve tepki göstereceğini umursamadan doğruya doğru, yanlışa yanlış dedim.
Birilerine şirin gözükme çabası içerisine girmedim! Ya da birilerine yaranmak derdinde olmadım.Tıpkı az sonra döktüreceğim satırlarda olduğu gibi; dümdüz, yalın ve gerçek olanları yazdım. Hemcinslerim beğensin ya da beğenmesin!

Malumunuz, erkek egemen bir toplumda yaşadığımız hepimizce bilinen bir gerçek. Onlarca yıllık tarihimize rağmen bu işleyiş ve anlayışı bir türlü değiştiremedik. Hele son yıllarda erkek hegamonyasının tavan yaptığı, seviye atladığı, kadının git gide daha da yok sayıldığı bir dönemden geçtiğimiz ortada!

Buna rağmen…

Erkeklerin lehine olan, kocaman bir haksızlık ve sömürünün hüküm sürdüğü bir konuya dem vurmadan geçmek istemedim. Daha önceki dönemlerde de aynı hükümet tarafından masaya yatırılan ancak bir türlü yasalaştırılamayan nafaka konusunun bu ay tekrar görüşülmeye başlanması içime bir parça su serperek umutlarımı yeniden canlandırdı.

İster istemez zihnimden “Hadi bakalım, umarım bu kez yasalaşır” diyerek dilekte bulunmuşluğum bile oldu.

Nafaka konusu mevcut yasalarımızdaki varlığı ile tam bir sömürü sistemidir bence. Erkeği ömür boyu sömürme sistemi!

Kurban olanlar ise bu kez erkek milleti! Nasıl mı? İki kişinin hayatlarını mutlu olmak niyetiyle birleştirdikleri bu kutsal müessese, gün gelip de işler tersine dönüp yeni rotalar çizilmeye başlandığında tam bir kabus olabiliyor erkekler için!

Kadınların “evlenmek kadar ayrılmak da doğaldır” inanışını, “hayatını garanti altına alma” yöntemine dönüştürdükleri ve erkekler için tam bir handikap olan, geriye kalan hayatlarını büsbütün bloke eden nihai karar!

2-3 senelik evliliklerin bitiminde bile erkeğin ömür boyu ödeyeceği kocaman bir vebal! Hele bir de arada çocuk varsa! İşte o zaman erkek milletinin yandığının resmidir!

Garibim erkekler çaresizce ömür boyu ödeyecek o nafakayı! Çocuk kazık kadar olsa da bu kez eski eş tarafından yapılan sömürü sistemi başka şekilde devam edecek ve erkek yine de ödeyecek o nafakayı! Bundan kurtuluşları yok! Çünkü yasalar ayrılan eşlerde kadını bu şekilde koruma altına aldığını düşünüyor!

Nadiren de olsa birkaç onurlu kadın çıkıp da; “Hayat müşterek, çocuk senin çocuğunsa benim de çocuğum. Madem yollarımızı ayırıyoruz, o halde ben de bundan böyle başımın çaresine bakmalı ve sensiz ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmeliyim” diyor. Demesine diyor ancak bunu sadece pek az onurlu kadın yapıyor ve söylüyor. Geriye kalan çoğunluk mu? Onlar -hele bir de çocuk varsa- ayrıldığı eski eşini yan gelip yatarak nasıl daha çok sömürebileceğinin hesabını yapıyor.

Oh ne âlâ memleket!
Elin tutuyor, kolun tutuyor, kafan çalışıyor olsa bile oturduğun yerden, hayata gram katkı yapmadan yaşamak…

Her 8 Mart’ ta kadınlarımızın eline pankartları alarak “Kadınlara Eşitlik, Biz Eşitiz” diyerek attıkları nutuklar iş nafakaya geldiğinde toz olup uçuyor nedense!

Hani eşitlik! Madem eşitiz de peki o halde, elinize pankart alacak kadar savunucusu olduğunuz eşitlik ilkesini iş nafaka almaya geldiğinde niye yok sayıyorsunuz, o vakit geldiğinde niye mağduru oynuyorsunuz ey kadınlar! Yoksa çalışmak ve üretmek zorunuza mı gidiyor? Bu zorunuza gidiyor da artık sizden çıkmış birinin ömür boyu size bakacak olması ağırınıza gitmiyor mu? Sizinle aynı masayı, aynı yatağı ve aynı evi paylaşmayan birini ne hak ve gerekçeyle ömür boyu söğüşlüyorsunuz? Ve hatta o kişinin kuracak olan yaşamını da hangi hak ile zapturapt altına almaya kalkıyor ve sırf beleş ve daha rahat yaşamak düşüncesiyle başka biriyle gönül bağı kurmanıza rağmen, eski eşten koparacağınız nafakanın derdine, yeni ilişkinizde işi resmiyete niye dökmüyorsunuz?

Hangi onur, hangi vicdan size bu hakkı verir?

Sizden ayrılan, boşandığınız erkeklerin yakasından düşün artık! Yeni kuracakları hayatlara saygı göstermeyi öğrenin artık! Ve hatta mümkünse sizler de yeni hayatlar kurun; alacağınız nafakayı hesaba katmadan! Ortak olan çocuklarınızı bu uğurda piyade gibi kullanmadan!

Kendinize biraz saygınız olsun! Erkek egemen bir toplumda yaşamak istemiyorsanız, “Kadın ve Erkek Eşittir!” pankartlarını senenin bir gününde ellerinizde değil, yüreklerinizde taşıyın! Taşıyın ki bir adamla yollarınızı ayırdığınızda, sudan çıkmış balık gibi olup, üç kuruşluk nafakanın peşine düşmeyin!

Biz kadın milletine lazım olan akıl değil, bir parça onur!

Esen kalın.