Köşe Yazıları

Alman Koalisyonu ve Bizim Eski Koalisyonlar

Alman Koalisyonu ve Bizim Eski Koalisyonlar

26 Eylül’de Almanyada milletvekili seçimleri yapılmıştı.

Seçim sonuçlarından bir koalisyon hükümeti çıkmıştı.

21 Ekim’de sosyal demokratlar, yeşiller ve liberaller bir araya gelebildiler.

Ve üç partinin farklı renkleri nedeniyle trafik lambası koalisyonu adı verilen bir ortaklık kurdular.

Yapılan planlamaya göre 9 Aralık’ta göreve başlayacaklar.

Şimdi bizde de 1973 – 1983 yılları arasındaki koalisyon dönemlerine gelelim.

Ankara da kamu görevi yaptığım yıllarda çok çeşitli koalisyon ortaklıkları ile çalışmıştım.

Ortaklar arasındaki paylaşım sürerken, biz kamu görevlileri olarak merakla sonuçları beklerdik.

Bakanların ve genel müdürlerinin paylaşımı, hem adaletli, hem de karşılıklı kontrollüydü.

Mesela bakanımız Abdulkerim Doğru muhafazakardı.

Genel müdürümüz Yücel Özden ise sosyal demokrattı.

Bana göre en ilginç olan ortaklık 1973 yılında rahmetli Erbakan ve Ecevit tarafından kurulmuş olan koalisyondur.

Bu koalisyonda çok cesur, çok değerli ve genç kadrolar yer almaktaydı.

İçişleri bakanı Oğuzhan Asiltürk’tü.

Başbakan yardımcısı ise, Devlet planlama kökenli Hikmet Çetin’di.

Bu koalisyonun ilginç ve adaletli projeleri de vardı.

Düşük maaaş ile yüksek maaş arasındaki adaleti sağlayan “eşel-mobil” sistemi ilk kez bu dönemde konuşulmuştu.

Yüksek faizler altında zarar eden kamu kuruluşlarına finasman sağlamak amacıyla para havuzu kurulması gündeme gelmişti.

Ama bu koalisyon hem içerdeki, hem dışardaki patronlar tarafından hiç sevilmemişti.

Hem banka sahibi, hem de makam sahibi patronlar bir anda Mücahit Erbakan ve Karaoğlan Ecevit çekişmesi oluşturdular.

Bu benzeri zor görülecek muhafazakar sosyal demokrat koalisyon kısa ömürlü olmuştu.

Ardından Süleyman Demirel liderliğinde milliyetçi cephe (MC) hükümetleri dönemini yaşadık.

MC ortakları aynı rengin değişik tonları gibiydiler.

MC Ortakları arasındaki paylaşımlar, çok hareketli geçerdi.

Bakanlıkların, kamu kurumlarının ve kamu bankalarının paylaşılması sırasında büyük pazarlıklar yapılırdı.

Millet ittifakı önümüzdeki seçimleri kazandığı takdirde, Türkiye’nin yol haritası ile ilgili olarak, ortaklar arasında çok radikal pazarlıklar yapılacağını da  tahmin ediyoruz.

 

Günün sözü;

İlim servetten daha kıymetlidir.

Servetini sen korursun, halbuki ilim seni korur.

“Hz.Ali”

NAZARA GELİYORUZ!

NAZARA GELİYORUZ!

Ah şu Avrupa ülkeleri!
Kem gözleriyle yediler bitirdiler bizi.

Şekere kota…
Kahveye kota…
Yağa kota…
Şimdi de benzine kota.
Allah bilir benim bu satırları yazdığım şu dakikalar ile, yazının gazetede yayınlanacağı güne kadar kimbilir daha nelere kota uygulanacak!

Pardon! Gün mü dedim ben? Hay benim dilimi arı soksun! Oysa ki AN diyecektim. Malum, millet olarak artık AN’ lık yaşadığımız için!
Aklım hep normal olana, yani güne gidiyor.

Gece yattığımızdaki durumla gündüz uyandığımızdaki değişken durum arasındaki olağanüstü zamlara, -daha doğrusu- “minik fiyat ayarlamalarına!” şimdiden alıştık bile!

Bu şartlar altında Avrupa bizi elbette kıskanır! Bizdeki zenginliğe bakın; benzin kuyruklarına bile araç fazlalığından dolayı toplum olarak biz sebep oluyoruz! Nitekim ülkede otomobil bolluğu olduğu için benzin istasyonları halkın yüksek talebine karşılık benzin yetiştiremez oldular!

Ee..buna maşallah demek gerek! Ve hatta bu kadar zengin bir ulus olduğumuz için de kendimizle övünmemiz lazım.

Kotalar mı?
Amannn onlara aldırmayın siz! Farzedelim ki cebinizde dibek gibi paranız var ve şeker, yağ, kahve gibi kota konan ürünleri çokça satın alarak sağlığınızı göz göre göre bozmayın derdindeler sayın büyüklerimiz! Öyle ya, kahve kalp çarpıntısı yapar, şeker zaten hastalıkların ağa babası! Yağ ise zaten külliyen vücuda zarar! Tüketilmemesi daha hayırlı!

Bizim milletin zenginliği de başa bela! Sayın büyüklerimiz halkın sağlığını halktan daha çok düşündükleri için bu ürünlere kota gelmesine vesile olarak bizleri koruyorlar. Allah razı olsun onlardan!

Sahi bir de şu et meselesi vardı. “İki kilo eti yemesinler, yarım kilo et yesinler.”
Bu nasıl ince bir düşüncedir! Bu nasıl korumacı bir tavırdır!

Tabii ya… Et kolestrole sebep olur, kolestrol de maazallah kalp, damar ve bilimum hastalıklara yol açar. Şimdi durup dururken iki kilo eti yiyip de zaten pandemiyle canhıraş bir şekilde boğuşan doktorlarımıza ve ağzına kadar Kovid-19 hastaları ile dolu olan hastanelere gitmemek en doğrusu. Biz bunu niye düşünemedik acaba? Halbuki sayın büyüğümüzün dediği gibi, iki kilo yerine yarım kilo et yersek kolestrol sorunu yaşamaz ve böylece hastane kapılarını da aşındırmayız.

Bir kez daha Allah razı olsun!

Ülkemizde herşey tıkır tıkır yolunda gidiyorken, Avrupa’ nın bizi kıskanmaması şaşırtıcı olurdu zaten! Zira kendileri kendi vatandaşlarına bu konforu, lüksü ve zenginliği sağlayamadığı ve halklarının sağlıklarını bu denli düşünemedikleri için bizi kıskanmakta çok haklılar!

Gel gelelim refahtan pür neşe yaşayan yurdum insanı için “Maşallah!” dememeleri bizi gücendiren esas konudur!

Ey Avrupa!
Kıskanmak yerine sen de çalış, bütün bu imkanlar sende de olsun! Ama nazar etme ne olursun!

Esen kalın.

50+1 Küçük Partilere Yaradı

50+1 Küçük Partilere Yaradı

Seçimlerde 50+1 uygulaması büyük partileri böldü.

Küçük partileri büyük partilerle pazarlık yapabilecek konuma getirdi.

Ayrıca büyük partiler içerisinde gizli kalmayı başarmış Amerikancıları küresel sermaye taraftarlarını ve Avrupa Birliği yanlılarını ortaya döktü.

Eski Akpartili ekonomi bakanı Ali Babacan’ın Davos toplantılarına gide gele küresel sermaye yanlısı olduğunu anladık.

Eski dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’da Avrupa birliğine yakın göründü.

Bir zamanlar Merkel’in en yakın dostuydu.

Ak Partili önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül giderek Akpartiden uzaklaştı, hatta Akpartiye hasım haline geldi.

Bülent Arınç’ta en kritik zamanlarda yaptığı çıkışlarda kurucusu olduğu Akpartiyi zor duruma soktu.

Bu kadar örnek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi partisinde ne kadar yalnız kaldığını göstermektedir.

Nitekim Akparti içinde yaşanan muhazafakar ve küresel sermaye çatışması kopmalara ve iki yeni parti kurulmasına sebep oldu.

CHP’de yaşanan laik ulusalcılar ve küresel sermaye çatışması sayın Baykal’a yapılan kaset operasyonuna kadar uzandı.

Artık yeni başkan Kılıçdaroğlu, Amerika’nın ve küresel sermayenin yeni dostu olmuştu.

Küresel sermayenin hedefindeki MHP’ye de kaset operasyonu yapıldı.

9 yöneticinin ayrılması ve Bahçeli’nin yalnız bırakılması sağlandı.

Ardından sayın Akşener İYİ Partiyi kurdu.

Bu arada CHP’li Selin Sayek Böke ve Meral Akşener’in Amerikan büyük elçisi ile birlikte çektirdikleri üçlü fotoğrafı hatırladık.

Aslında küresel sermayenin Akparti ve özellikle sayın Erdoğan’la olan mücadelesinin bitmediğini görüyoruz.

Şimdi Erdoğan’ı ekonomi ve yüksek döviz kurları ile vurmaya çalışıyorlar.

Amerika’daki demokrasi toplantısına da davet etmediler.

Kısacası dışarıda küresel sermaye, içeri de geniş tabanlı muhalefet sayın Erdoğan’ı 50+1’in altında bırakmak için birlikte çaba gösteriyorlar.

Günün sözü;

Köleliğin en kötüsü,

Kendi nefsine köle olmaktır.

“La Fontaine”

24 Kasım Öğretmenler Günü

24 Kasım Öğretmenler Günü

Öğretmenlerimiz salğın hastalığın çıkış yaptığı dönemde okullarından ve öğrencilerinden uzakta kalmışlardı.

Ama kontrollü eğitim başlayınca okullar, öğrenciler ve öğretmenler birbirlerine kavuştular.

Pandemiden kaynaklanan ekonomik sıkıntılar hepimizi vurduğu gibi öğretmenlerimizi de vurdu.

Devlet terörle mücadele de ek desteklerle güvenlik güçlerimize sahip çıktı.

Pandemi döneminde de sağlık çalışanlarımıza ilave ek destekler verdi.

Yaklaşık 2 yıl önce de öğretmenlerimize 3600 ek gösterge vaat etti.

Ama bir türlü uygulamaya sokmedi.

Öğretmenlerimize verdiğimiz değeri sadece süslü cümlelerle değil, ekonomik iyileştirmeler de de göstermeliyiz.

İstatiklere baktığımızda Amerikadaki öğretmenlerinde, komşumuz Yunanistandaki öğretmenlerin de dah uygun ekonomik koşullarla görev yaptıklarını görüyoruz.

Öğretmenlerimizin hepimizin üzerinde hakkı olduğunu unutmayalım.

Ünlü düşünür Mastow’un dediği şu tüm yaşamımızın eğitim öğretme ve öğrenme ile geçtiğini unutmayalım.

Öğretmenlerimize değer vermeliyiz.

İdeolojilerine göre değil, kariyerlerine göre değerlendirmeliyiz.

Onları sendikalaşma yolları ile bölmekten kaçınmalıyız.

Öğretemenlerimize sahip çıkm az isek öğrencilerimizin geleceğinden emin olamayız.

Onları geçim sıkıntısı altında görev yapmak zorunda bırakmayalım.

Ek göstgerge vaadimizi bir an önce yerine getirelim.

Onların kariyerleri için gerekli yayınları takip etmekten mahrum bırakmayalım.

Ucuz konut imkanları ile destekleyelim, imkan oldukça lojmanlara yerleştirelim.

Her fırsatta eli öpülesi diyoruz ama öğretmenlerimiz için cömert davranmıyoruz.

Kısacası öğretmenlerimizi metetmeyi bırakıp, maddi imkanlarla donatmalıyız.

 

Günün sözü;

Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.

“Hz.Ali”

NELER ETTİN SEN BİZE HIRKA!

NELER ETTİN SEN BİZE HIRKA!

 

Türkiye’ de açlık sınırı  2.988 lira olarak açıklanmış. Açıklamayı yapan ise BİSAM, yani Birleşik Metal-İş Sendikaları Sınıf Araştırmaları Merkezi.

 

Bu demek oluyor ki dört kişilik çekirdek ailenin açlıktan ölmemeleri için bu miktarın her ay ev kasasına girmesi gerekiyor.

“Açlıktan ölmemek!” kelimelerinin altını çizerek yazıma devam ediyorum.

 

Bir de 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı var ki, bu rakamın da 10.335 TL olduğunu duyunca, eminim siz de benim gibi “demek ki ülke insanının büyük bir çoğunluğu yoksulluk sınırının altında yaşıyor” tespitine hemen varabilirsiniz.

 

Yokluk neyse de “Açlık” kelimesi çok kanıma dokunuyor! İkibinli yıllarda, bu coğrafyada, bu teknolojik şartlarda ve her sektördeki ürün gamının bolluğunda insanların açlık yaşıyor olması ne acı!

 

Yoksulluk, geçim olarak, yine çekirdek bir ailenin beslenme kalori düzeylerinin olması gereken seviyelerine göre hesaplanırken, açlık, midenize götüreceğiniz lokmaların sayılı olduğu anlamına geliyor. O da ölmemek için!

 

Toplumun büyük bir bölümünün yoksulluk ve bir bölümünün de açlık sınırında yaşadığı düşünülürse, ülke insanlarının neden sürekli mutsuz, depresif, çaresiz ve hatta pek çoğunun intihara meyilli olduğunu düşünmek çok da zor olmasa gerek!

 

Kaldı ki yaşam sadece karın doyurmakla da bitmiyor!

 

Minimal olan bu tablonun dışına çıkarak duruma bir de büyük pencereden baktığımızda neler gördüğümüzü hepimiz adına ben yazayım;

 

Yeraltı kaynakları zengin olan bir ülkeyiz!

Yakın zamanda doğalgaz yatağımızın keşfini yaptığımızı gururla haykıran bir ülkeyiz!

Bor madeni desen, bizde o da gani gani!

Kendi görünmez uçağımızı yapıyor,

Kendi arabamızı üretiyor,

Uzaya çıkmaya hazırladığımız teknolojik alt yapımızla övünüyor,

Hatta son kulvarda, pandeminin başlangıcı tam 2 sene olmuşken ve dünyanın neredeyse tamamı aşılanmışken eli kulağında piyasaya çıkacak olan Turkovac aşımızla kocaman bir gurur yaşıyoruz!

 

Ama bütün bunların dışında aç olduğumuz doğrudur!

Zam gelecek haberi ve korkusuyla araçlarımızı geceden benzin istasyonlarında yakıt kuyruğuna soktuğumuz, marketlerden bugün 3 liraya aldığımız ürünü iki gün sonra 5 liraya aldığımız, üstümüzdeki giysilerle “Nasılsa bu kışı da çıkarırız!” dediğimiz de doğrudur!

 

Eti, peyniri, sucuğu salamı unuttuğumuz da doğrudur!

Hal böyleyken, neyse ki millet olarak hırka almayı unutmamışız! Ki geçen ayın enflasyon şampiyonu hırka olmuş!

Evet efendim, doğru okudunuz! Bütün suç hırkada!

 

Gerekirse aç kalın ama hırkasız kalmayın! Ve tabii ki,

 

Esen kalın.

Milli Takımımız Play-off’a Kaldı

Milli Takımımız Play-off’a Kaldı

Dünya kupası grup elema maçlarında son aylarda aldığımız sonuçlardan memnun değildik.

Umutlarımızın azaldığı bir dönemde, Hollanda’nın Karadağ’a karşı Norveç’inde Letonya’ya karşı puan kaybetmesi, bizi yeniden şanslı hale getirdi.

Rakiplerimizin aldığı bu beraberlikler bize yeniden play offa kalma hatta grup lideri olma yolunu açmıştı.

Ama tek bir şart vardı.

Deplasmanda oynayacağımız Karadağ maçını mutlaka kazanmak zorundaydık.

Televizyon karşısında Karadağ maçını izlerken, UEFA 2016 yılında yaşadığımız mucizeyi hatırladık.

Bu arada kulağımızda grubumuzun en önemli iddialı iki takımı olan Hollanda ve Norveç arasında oynanan maçtaydı.

Hollada kaybetseydi grup lideri bile olabilecektik.

Biz Karadağ’ı yendik ama UEFA 2016 yılında bize gülen şansımız, bu defa yanımızda olmadı.

Hollanda Norveç’i yenerek grup lideri olarak Katar’a gitme hakkını kazandı.

Bizde 12 takımdan oluşan playoff maçlarını oynamak zorunda kaldık.

Dünya kupası Avrupa grubu takımlarından olan Sırbistan grup birincisi olarak en büyük sürprizi yaptı.

Biz seri başı olarak ilan edilen İtalya, Rusya, İskoçya, Galler, Portekiz ve Sırbistan gibi takımlardan biri ile eleme maçı oynayacağız.

Çok geniş bir kadro havuzumuz bulunuyor.

Pek çoğuda Avrupa’nın en güçlü takımlarında oynuyor.

Ama henüz tatmin eden bir oyun planı bulmuş değiliz.

Bu kadar geniş kadroya sahip olmamıza rağmen, henüz kesinleşmiş bir onbir belirlemiş değiliz.

Mart ayına kadar ideal onbirimizi belirlemek zorundayız.

 

Günün Sözü

Bir güzel söz söyleme sanatı varsa,

Birde güzel anlama ve dinleme sanatı vardır.

“Eğit Tetas”

 

 

Hayata Tutunuyorum’un Yazarından HAYATA TUTUNMANIN ALTIN KURALLARI…

Hayata Tutunuyorum’un Yazarından

HAYATA TUTUNMANIN ALTIN KURALLARI…

Gazetemiz Yazarı Selin Işıl, Büşra Bütün’e hayata tutunmanın altın kuralalrı diyebileceğimiz bir röportaj verdi.
Işıl’ın röportajını keyifle okumanızı diliyoruz…
Onu şimdiye kadar hep yazar, teorisyen, gazeteci-yazar, editör ve Selin IŞIL YAZARLIK AKADEMİSİ kurucusu olarak tanıdık. Her yaptığı proje ses getirdi, dikkat çeken zevkli kombinleri konuşuldu, tarzı konuşuldu, yaptığı geziler, gittiği mekânlar, topluma fayda sağlayan yönleri konuşuldu, gazete köşe yazıları, kitapları…
Kısacası o ne yapsa sevenleri tarafından dikkatle dinlendi, izlendi ve takip edildi.
Selin IŞIL’ a ün kazandıran konular üzerine kendisi bu güne kadar sayısız röportaj verdi ve sayısız sohbetlere katıldı. Pandemi bile onun zirveye tırmanış hızını kesmedi! Tam aksine, pandemi gibi hepimizin bir kısır döngüye hapsolduğu günlerde O, ününe ün kattı.
Kitapları dilden dile dolaşan Selin IŞIL’ ı bu kez ilk defa farklı bir yönüyle tanımaya hazır mısınız? Bu röportaj ile Selin IŞIL’ ın hiç bilmediğiniz ve sır gibi sakladığı gerçekliği ile tanışacaksınız.
Selin Hanım sohbetime hoş geldiniz…
B.BÜTÜN: Öncelikle çoğumuz sizi tanıyoruz. Kariyerinizdeki unvanlar (gazeteci, yazar, akademisyen, editör…) giderek artıyor. Klişe olacak belki ama sahiden siz kimsiniz peki? Selin Işıl’ı bir de kendi ağzından dinleyelim.
S.IŞIL: Az önce kurduğunuz övgü dolu sözleriniz için teşekkür ederim. Açıkçası künyemdeki bunca unvana karşılık sorunuza vereceğim en doğru cevap şu olur sanırım; “Ben bir kalem işçisiyim!” Yazarken kendini bulan, mutlu olan bir kalem işçisi. İnsanların sahip oldukları unvanların benim için çok büyük bir önemi yok! Önemli olan gelip geçeceğimiz fani dünyada insanların insan gibi olması! Yani karakterli olmaları. Bunun dışında ben dahil kimin nereden geldiği, nereye gideceği, zengin ya da fakir olmaları, dilleri, dinleri, ırkları, vs… Söz konusu insan olduğunda bunların hiçbir değeri yok benim için. Yeter ki kişi kim olursa olsun kendini bilsin! Çünkü kendini bilen, seven, sayan karakterler başkalarına da bu yönde örnek olarak, yaşadıkları toplumda da varlıklarıyla pozitif yönde katkı sağlayabilirler. Var oluş amacıma göre; ben sadece örnek ve başkaları için de faydalı olarak son nefesini vermek isteyen bir bireyim.
B.BÜTÜN: Geçmişin başarılı yöneticisi, şimdilerin ise adından sıkça söz ettiren yazarı ve gazetecisi konumundasınız. Hayata Tutunuyorum ile kariyeriniz edebiyata kaymış bulunmakta. Herkesin de merak ettiğini düşünerek o soruyu sorayım o halde size. Kitap yazma hayali olmayan biri olarak buna nasıl karar verdiniz?
S.IŞIL: Sizin de söylediğiniz gibi benim kitap yazmak gibi bir hayalim hiç olmadı. Evet, kendimi bildim bileli çok kitap okuyan ve hatta yüreğinden geçenleri arada sırada küçük not kağıtlarına karalayan biriydim. Ama hepsi bu idi! Gel gelelim hayat bazı dönemlerde bizlere manevra yaptırabiliyor! Benim yapmak zorunda kaldığım manevra sert bir viraja denk geldi! Bana iki ay ömrümün kaldığını söylemeleri bende, sevdiklerime bir iz bırakabilme duygusu yaşattı! Bu sebeple ortaya Hayata Tutunuyorum çıktı. Neyse ki ölmedim! ☺
B.BÜTÜN: Hayata Tutunuyorum çok ses getirdi desek yalan olmaz sanırım. Yaşadığınız zorlu süreçten sonra o günleri kaleme aldığınız bu kitabın yerinin hem kariyerinizde hem de özel hayatınızda yadsınamayacak güce sahip olduğunu söyleyebilir miyiz? Ve bu durum sizin hayatınızda neleri değiştirdi?
S.IŞIL: Evet, Hayata Tutunuyorum çok ses getirdi. Okurlar tarafından çok sevildi. Bu kitabımda herkes kendi hayatından, kendi ruh dünyasından bir şeyler buldu. Bazıları ise yazdıklarımı kendilerine örnek aldılar. Dolayısıyla evet, bu kitap benim yeniden doğuşum oldu ve yadsınamayacak etkisiyle bana güç kattı. Bu kitapla birlikte hayatımda pek çok şey değişti. İnanın her birini anlatmaya kalksam buradaki satırlar yetmez! Hepsinden önemlisi hayat çizgim değişti. Ve bu 180 derecelik bir değişim oldu.
B.BÜTÜN: Tabii bir de akademi var malum. Yazarlık, editörlük, gazetecilik vs işlerinin yanı sıra Selin Işıl Akademisi’nin kurucususunuz. Dolayısıyla bu yolda ilerlemek isteyen gençlerin yolunu aydınlatmaktasınız. Eğitim ve destek süreçleriyle ilgili kısa bir bilgi alabilir miyiz?
S.IŞIL: Akademi fikri yazma tutkusu olan bireyler tarafından doğdu. Yani, bu isteğini fiiliyata dökmek isteyenlerin talepleri doğrultusunda açtım akademiyi. Bugün halen çocuk ve yetişkin gruplarımıza yaratıcı yazarlık, hızlı okuma teknikleri, editöryel hizmet, sesli okuma ve diksiyon üzerine katkı sağlamaya devam ediyoruz.
B.BÜTÜN: Her geçen gün sizi farklı konseptlerde, farklı işlere imza atarken görüyoruz. Bu kadar yoğun tempoda çalışmak sizi nasıl etkiliyor?
S.IŞIL: Sürekli yenilik peşinde olmak, farklılık yaratmak ve bunları pozitif olarak beni sevenlere sunabiliyor olmak beni diriltiyor ve dinçleştiriyor! Bütün bu işlere yetişmek “kolay” demiyorum. Zor… Ama nihayetinde sevdiğim işi yapıyor ve meyvelerini topluyorum. İnsanların yaptığım her projeden sonra bana sevgi ve taktir sözcükleriyle geri dönüş yapmaları bu işlere koştururken ortaya çıkan bütün yorgunluğumu gideriyor, unutturuyor.
B.BÜTÜN: Mektup ( nam-ı diğer yadigarınız) okurken benim de duygulandığım hatta gözyaşlarıma hakim olamadığım bölümler vardı. Okuyucuyu içine çeken ve dram konusunda zorlayan bir öyküsü vardı. Konu itibarı ile bu kitabı yazmanıza vesile olan bir durum var mı yoksa siz de Türkiye’deki dram sevenlerden misiniz ?
S.IŞIL: Çok üzgünüm sizleri ağlattığım için ama sanırım bunu harfler aracılığıyla yapabilmek maharifet olarak kabul edilebilir bir yazar için. Zira kitaplar, beyaz camdaki gibi görsel bir sunum olmadığı için, hisleri kelimeler vasıtasıyla yüreklere aktarabilmek oldukça zor bir zanaattir. Mektup’ un konusu aslında tüm çıplaklığıyla ülkemizin gerçeği! Ve evet, kitapta yazdığım konu, o hayatlara tanık olmuşluğumun esintisidir. Diğer sorunuza istinaden; kesinlikle hayır! Ben dramdan beslenen biri değilim. Tam tersi, gülümsemeyi ve insanları gülümsetebilmeyi seven bir yapım var. Hayat, ağlamak için çok kısa! Gülmekse kısa olan hayatın içinde yapabileceğimiz en isabetli eylem.
B.BÜTÜN: Peki o halde size hangi tür kitaplar daha çok hitap ediyor diye sorsam? Komedi, aşk, dram, macera ya da korku?
S.IŞIL: Realiteyi seven bir insanım ben. Bu anlamda sunduğunuz seçenekler arasında sanırım bana en yakın olan tür macera diyebilirim. Edebiyat türü olarak sorsaydınız şayet, kişisel gelişim ve biyografiler derdim.
B.BÜTÜN: Hayat felsefeniz ya da kendinize uyarladığınız bir sloganınız var mı?
S.IŞIL: Hayatı Iskalama! (AN’ı Yaşa!)
B.BÜTÜN: Herkesin merakla beklediği Aşk-ı Güzaf hakkında neler söylemek istersiniz? Konusu nedir, ne zaman çıkacak, diğer kitaplarınızdan ayıran bir özelliği var mıdır?
S.IŞIL: AŞK-I GÛZAF hakkında ilk söylemek istediğim şudur ki; “Ahh keşke dijitale aktarabilmek için vakit bulabilsem!”☺ 2022 Şubat ayına yetiştirebilmeyi çok istiyordum ama zamansızlık benim en büyük problemimken, bunu yapabilmem çok zor gözüküyor. Her halükarda 2022’ de çıkacak. Konusu, geçmiş aşkların vakur duruşu ile zamane aşklarının yozluğu! Maalesef gerçek aşklar yitip gidiyor avuçlarımızın arasından ve biz sadece izlemekle yetiniyoruz. Bu, aşk adına çok üzücü. Bu kitabımı diğer kitaplarımdan ayıracak olan özellik ise, anlatım dilinin daha şiirsel olmasıdır.
B.BÜTÜN: “Yazdıklarınız ve kitaplarınız arasında bir seçim yapın” desek hangisini seçersiniz? Zorda bırakan bir soru olduğunu kabul ediyorum ama mutlaka sizin için yeri ayrı olan vardır diye düşünüyorum.
S.IŞIL: Bu gerçekten de zorda bırakan bir soru. Çünkü nasıl ki bir anne çocukları arasında seçim yapamazsa ben de yazdıklarım arasında nasıl objektif bir seçim yapabilirim, bilemiyorum. Keza hepsi benim birer parçam. Hepsinde benden izler var. Fakat illaki cevaplamam gerekiyorsa sorunuzu, bu serüvenin çıkış noktası olan Hayata Tutunuyorum’ u odak yapmak gerekir diye düşünüyorum.
B.BÜTÜN: Peki yazım hayatınızla ilgili son sorum olarak; yeni yeteneklere ve sizin gibi edebiyata gönül veren kalplere mesajınız nedir ve neler yapmalarını önerirsiniz?
S.IŞIL: Birincil ve en önemli tavsiyem şu olur; yüreklerinden geçmeyen hiçbir konuyu, kelimeyi yazmasınlar. Her zaman dediğim gibi, yazmak gönül işidir. Nasıl ki zorla güzellik olmuyorsa, zorla -yazmalıyım- dürtüsüyle de yazmak olmaz. Çünkü yürek ile, zorlanmadan ve severek yapılan işler makbuldür. Evvela bunu yapsınlar, gerisi zaten çok daha kolay!
B.BÜTÜN: Gelelim sizin hiç bilinmeyen, sır gibi sakladığınız gizem dolu yönünüze! Siz bir Kozmo enerjistsiniz! Hatta size çok yakın bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre “Kozmik Çocuk!” diye bir lakabınız var. Yani, sıradan bir kozmo enerjistden çok daha fazlasısınız! Özel ve farklı bir insansınız bu yönden. Bununla ilgili ilk sorum; Kozmo Enerji ne demek? Ne işe yarar?
S.IŞIL: Kaynağınızı derhal bulmalıyım! ☺ Böylesine önemli bir konuda özel olmak avantaj mı dezavantaj mı, öncelikle bunu çok iyi analiz etmek lazım. Ben avantaja dönüştürdüğümü düşünüyorum. Kozmo Enerji evrendeki her bir molekülün toplamından oluşan bütünlüğün şifasıdır bana göre. En azından ben sıra dışı bir tanımlama ile bu şekilde izah edebilirim Kozmo Enerjiyi. Çünkü Kozmo Enerji bir insanı ruh, zihin ve beden olarak bütünüyle şifalandırırken aynı zamanda hayatınızdaki negatiflerin de temizliğini yaparak insanın hayat akışının normal seyrinde gitmesine %100 olanak sağlar. Sadece insanlar değil, bütün varlıklara (doğa ve hayvan dostlarımız) aynı metodu uygulayabilir ve %100 başarıya ulaşabilirsiniz Kozmik Enerji ile. Böylece ikinci sorunuzu da cevaplamış olduğumu düşünüyorum. İlaveten şunu söylemeliyim ki, Kozmo Enerji bilimselliği tamamen kanıtlanmış ve WHO (DSÖ) tarafından da geçerliliği tescil edilmiş bir şifa yöntemidir.
B.BÜTÜN: Aslında size sadece bu konu hakkında soracağım onlarca soru var ama bu yöndeki sorulara olan kapalılığınızı bildiğim için şunu sormakla yetiniyorum; “Bir gün Kozmik Enerji ve bununla ilgili sırlarınız hakkında kitap yazmayı düşünür müsünüz?”
S.IŞIL: Neden olmasın! Düşünürüm tabii ki…Ve birgün bunu yaptığımda emin olun yazacağım kitap, piyasadaki bütün Kozmik Enerji kitaplarından çok daha farklı olur! Çünkü ben sıradan ve kalıplaşmış işleri yapmayı sevmem!
B.BÜTÜN: Selin hanım, size ait bir bilgiyi benim aracılığımla ilk defa paylaştığınız için onur duydum. İlerleyen zamanda Kozmo Enerji dünyanıza ait geniş bir röportaj yapmayı çok isterim. Beni kırmayarak sohbetime katıldığınız için çok teşekkür ederim.
S.IŞIL: Sizin için bir ayrıcalık yaratabildiysem ne mutlu bana. Benim için de çok keyifli bir sohbet oldu. Yaşattığınız bu keyif için ben teşekkür ederim.

İslam Birliğinde Umut Yok, Türk Birliğinde Işık Var

İslam Birliğinde Umut Yok, Türk Birliğinde Işık Var

Türk Dili konuşan 6 ülke ile birlikte demokrasi ve özgürlükler adasında toplandık.

Aslında 54 ülkeden oluşan İslam Birliğinin dayanışmadan uzak kof bir beraberlik olduğunu anladık.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin bir İslam kardeşi gibi değil, Türkiye düşmanı gibi davrandıklarını gördük.

İşte bu sebeplerle şimdilik 6 ülkeden oluşsa da Türk devletleri teşkilatına çok önem vermeliyiz.

Bu teşkilat küresel düzen içinde, henüz en üst devrede teknolojik ve finansal güce sahip değildir.

Ama samimiyet ve birliktelik hevesi yüzünden en üst seviyede görülmektedir.

Bu birlik ve beraberliğe sıkı sıkı sarılmalıyız.

Çünkü özellikle İslam ülkelerinin paralarının kulu haline geldiklerini görüyoruz.

Küresel güç odaklarının kölesi haline geldiklerini anlıyoruz.

Ve bu küresel güç odaklarının kurdukları komplolara alet olduklarını biliyoruz.

İslam dinini koruma konusundaki hassasiyetimize birazda, paraya kul olmuş bu İslam ülkelerini ortak etmeliyiz.

Ve İslam dinine sahip çıkma konusundaki samimiyetlerini test etmeliyiz.

İşte bu sebeplerle Türk kökenli devletlere sarılmalıyız.

Merkel görevden ayrıldıktan sonra Avrupa Birliği lokomotifi olmayan vagonlar topluluğuna dönüşmüştür.

Amerika ve dolar itibar kaybetmeye devam etmektedir.

O zaman hedefimiz bölgesel güç haline gelmek olmalıdır.

Savunmaıs ve enerjisi olmayan Avrupa Birliği sıradan bir birlik haline gelecektir.

YPG-PKK ve Fetö örgütüne destek veren Amerika, Avrupa birliği ve zengin Arap ülkelerinden Türkiye’ye fayda gelmez.

Hedefimiz komşumuz Rusya ile Enerji ve Turizm olmak üzere her konuda stratejik ortaklığı güçlendirmek olmalıdır.

Ayrıca yeni dünya düzeni ile yeni tanışan 6 Türk kökenli devlete de sahip çıkmak olmalıdır.

 

Günün sözü;

Hoşlanmadığına sabretmedikçe,

Hoşlandığını ele geçiremezsin.

“Hz.İsa”

HUZUR SAATİM…

HUZUR SAATİM…

 

Yoğun günlerin tam ortasındayım. Dört nala koşuyorum…Sanki hayatta birşeyleri ıskalamışım da onları yakalamak istercesine… Ya da sanki bu yaşa kadar hiç yaşamamışım gibi!

 

Kollarımı kavuşturup arkama yaslanmak ve birazcık mola almak ne mümkün! Hele ki vakit akşamı bulduğunda, günün son kahvesiyle birlikte üzerime temelli düşüyor yorgunluğun gölgesi…

 

Ama huzurluyum…Huzurlu ve mutlu bir yorgunluk benimki. Şikayetçi olmamı gerektirmeyen tatlı bir yorgunluk. Gün akşama değdiğinde sevdiğim bir rehavet yaşıyorum bu aralar… Çok seviyorum bu duyguyu, çook…

 

Bana göre yaşadığımın kanıtı! Adrenalin ve heyecan yüklü, yapıcı ve üretken bir günün ardından gelen müthiş bir keyif benimki…

 

Hayata muzip bir şekilde göz kırptığım günler…Hatta mevsimin kış saatine geçiş yapmak üzere olduğuna bile aldırmıyorum! Grimsi gökyüzünün hakim olacağı kış günlerine bile şimdiden umutla, heyecanla bakıyor ve nadiren göreceğimi bildiğim kış güneşini bile şimdiden yaz güneşiymiş gibi karşılamaya hazır hissediyorum kendimi.

 

İşte böyle bir huzur benimki! Eşsiz…Sanki dünyada bir ben varmışım da koskoca dünyayı istediğim gibi istediğim zaman arşınlıyormuşum gibi…

 

Ne gündemin puslu haberlerine takılıyorum ne de şu zaman diliminde yaşadığım gerçeğine!

 

Sadece AN’ ı yaşıyorum…Beni mutlu eden düşüncelerimin refakat ettiği anları yaşıyorum. Gerisini – berisini, olanı – biteni, gideni – kalanı…Hiçbir şeyi düşünmüyorum.

 

AN’ la birlikte beni gülümseten her ne varsa bir de bunu düşünüyorum, kahvemden aldığım her yudumla birlikte…Ve bir daha gülümsüyorum.

Huzurla…

 

Böyle zamanlarımda beni gerçekliğe döndüren hiçbir telefonun gelmesini istemiyorum mesela…Hiçbir mesajın veya hiçbir mailin.

 

Huzur anlarıma gölge düşürecek en ufak bir hayati ses istemiyorum yanı başımda.

 

Hele ki sevimsiz ve çekilmez insanların hayaline bile tahammül edemiyorum hayal dünyamda.

 

Huzurun bekçisi oluyorum, akşamın dar vaktinde…Huzurumun efendisi oluyorum her akşamın son yarım saatinde. Elimde kahvem, yüzümde tebessüm, başımda kavak yelleri, zihnimde ise hakimi olduğum benlik dünyamın melodisinin tınısı…

 

Her nerede olursanız olun, her kim olursanız olun kendiniz için bir iyilik yapın ve size özel huzur saati yaratarak yaşayın.

 

Esen kalın.

KOCAELİSPOR’A MAĞLUP OLDUK

KOCAELİSPOR’A MAĞLUP OLDUK

Bursaspor bu sezon birinci lige yükselen Kocaelispor’a ( 2-1) yenildi.

Oyuna daha ısınamadan yediğimiz golde, kale önündeki adam paylaşımında, büyük hatamız vardı.

Rakibin en golcü oyuncusu Dino’da bu hatayı affetmedi ve fotoğraf çektirir gibi, bir kafa golü attı.

Golden sonra, toparlandık.

Ama gereksiz bir revöşata denemesi yüzünden, kırmızı kart gördük ve yaklaşık 70 dakika, 10 kişi oynamak zorunda kaldık. Sarı kart cezası belki ama, kırmızı kart cezası çok ağır oldu.

Hakem kırmızı kart tercihi ile, tarafsız olmadığını göstermiş oldu.

Birinci lige bu sene çıkan Kocaelispor’u bir “play-off” adayı olarak gördük.

Ama taraftarlarının maç öncesi ve maç sırasındaki davranışlarını beğenmedik.

Kocaelispor’lu taraftarların, maça geliş sırasında pet şişe atmalarını ve otobüs lastiklerini tekmelemelerini, hoş karşılamadık.

Seyirci ve pandemi kısıtlamaları kalktıktan sonra, benzer olayların yaşanmasından, çekiniyoruz.

Kocaelispor maçında, İsmail Yüksek’in kırmızı kart cezalısı olması orta sahamızın gücünü düşürmüştü.

İkinci bölgedeki hâkimiyetlerimizi, kaybettik.

Kocaelispor maçında, iki kırmızı kart gördük.

Bu konuda teknik yönetimin, futbolcularla görüşüp, gereklı tedbirleri almasını, bekliyoruz.

Şimdi milli maç dönemine girdik.

20 Kasım Cumartesi günü, Bursa’da İstanbulspor ile oynayacağız. Milli maç arasında, sakatlar iyileşecek ve yorgunlar dinlenmiş olacaktır.

İstanbulspor maçında hırslı ve mücadeleci bir Bursaspor, görmek istiyoruz.

GÜNÜN SÖZÜ

Güzel bir gülüş karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer.

“Tolstoy”