Köşe Yazıları

ŞEHİTLERİMİZE…

ŞEHİTLERİMİZE…

 

Üzülerek söylüyorum ki maalesef ülkemizde bazı acılar kronik hâle geldi. Tıpkı bir türlü bitmek bilmeyen, sonu gelmeyen şehit haberlerinde olduğu gibi…

 

Bu acı çocukluk yıllarında çalınmış bir kere kulağıma! Üzerinden yıllar da geçse kulağımda kalmakta ısrar eden bu haberin sesiyle yaşadım ergenliğimi ve genç kızlık dönemlerimi…Mamafih, yaş ömrün yarısına merdiven dayamışken bile bu ses kalmaya devam etti.

 

Düşünün ki ben neredeyse bir ömrü yarılıyor olmama rağmen, bu acı haberlerin tırmaladığı kulaklarımdaki o seste gram değişiklik yok!

 

Tabii zaman bu kadar uzayınca, işitme organımda kalıplaşmış o ses yüreğime kadar inerek, orada çöreklendi.

Gitmiyor bir türlü… Bitmiyor…

 

Yıllar, ardınca bir bir devriliyor da bu sesin soluğu kesilmiyor…

 

Eh bu durumda benim gibi eli az buçuk kalem tutan biri de oturup duygularını kağıda yazıyor.

 

Buyurunuz, şehitlerimize hitaben yazdığım o dizeler;

 

Siyah giydim bugün,

Siyah döpiyesimi.

Sabah uyandım,

Baktım;

Gün ağarmış ama havada ağır bir kömür kokusu!

Bunca acıya rağmen, “yaşanması gereken bir gün var” dedim kendime.

Kalktım…Gardırobu açtım.

Bahar renkleri giysilerime baktım önce.

Ve sonra; mevsime yakışmadığı için kenara itilen siyahlarıma!

Elim, yüreğim, fikrim, gözlerim…

Hepsi birden siyahlara uzandı.

Sonra tuttum, bir de beyaz fular taktım.

Siyah giymek yaşanmış acıları geri getirmezdi, biliyordum.

Fakat beyaz “UMUT” olabilirdi kalanlar için!

Artık hazırdım günü yaşamaya…

Ne kadar yaşanırsa işte!

Aynanın karşısında son hazırlığımı yaparken dedim ki içimden;

“Tanrım, ne çok acı yaşadık  geçmişimizde”.

 

Şehitlerimize Allah’ tan rahmet, yakınlarına ve tüm ulusumuza başsağlığı diliyorum.

Playoff Zordur Ama İmkansız Değildir

Playoff Zordur Ama İmkansız Değildir

Bursa spoe maçından önce Bursaspor için çok kötü bir karne vardı.

Son 5 maçta sadece 1 puan almıştık.

Ve bu maçların ğçğnde ise hiç gol atamamıştık.

Puan cetveline baktığımızda ise play off hattının bir hayli uzağındaydık.

Hem çok gol atan, hemde çok gol yiyen bir takımdık.

Kalecimiz Atanerk için çok başarılı olmasına rağmen, en çok gol yiyen takımlar arasındaydık.

Bunun anlamı ise defansımız delik deşikti.

İşte böyle bir ortamda Akhisar spor maçına çıktık.

Ard arda iki gol yiyince şok olduk.

İlk yarım saat içinde İzmir bölgesi hakemi tarafından iki penatlı ile cezalandırılmıştık.

Ama 2-0 mağlup durumda iken aleyhimize verilen ikinci penaltıyı kalecimiz Ataberk kurtarınca maçın kaderinin değişeceğini hissettik.

Ardından Emirhan’ın attığı golle maça tutunduk.

Akhisar spor maçında genç Bursaspor’un hem rakiplerimiz tarafından, hemde hakemler tarafından ezildiğini fark ettik.

Akhisarspor maçında 2-0 maplubiyetten 3-2 galibiyete dönüşümüzü önemsiyoruz.

Bu galibiyet play off umudumuzu yeşertti.

Ama özellikle defansımızın, hem fizik olarak, hemde mental olarak güçlenmesi gerekiyor.

Çünkü çok gereksiz sebeplerle kart görüyoruz.

Pres yapmak ve rakibe yakın oynamak konusunda genç oyuncularımızı bilinçlendirmeliyiz.

Özellikle ceza sahası içinde rakibe yaptığımız müdahalelerde çok dikkatli davranmalıyız.

Nitekim Akhisar spor ile oynadığımız maçın hakemi pozisyonlardaki kanaatlerini hep Akhisarspor lehine kullanmıştır.

Mustafa Er hocamızın ikinci devrenin başında dört oyuncuyu aynı anda değiştirmesi her zaman görülecek bir uygulama değildir.

Ama mağlup vaziyette, böyle riskli bir karar alan Mustafa Hocaya Tanrı da destek vermişti.

Hedefimiz play off bölgesine daha da yaklaşmaktır.

Play off zordur ama imkansız değildir.

 

Günüz sözü,

Para her şeyi yapar diyen adam,

Para için her şeyi göze alan adamdır.

B.Franklin

BİR TUHAF MESELE  “BİZ’Cİ ANNELER”

BİR TUHAF MESELE  “BİZ’Cİ ANNELER”

 

Anne olmak…

Dünyaya yeni bir nefes, yeni bir hayat getirmek…

Var olanı değiştirecek, olmayanı kuracak bir güç geliyor insana diyor anne olanlar. Kadınlığın şefkatine annelik şefkati ekleniyor. Yaşanan duygusal yoğunluk tahmin bile edilemez düzeye ulaşıyor. Hissedilen heyecan, mutluluk, evlat sevgisinin yanında iyi bir anne olmaya dair duyulan kaygı, yeterli olabilecek miyim, onu dünyadaki tüm kötülüklerden koruyabilecek miyim endişesi de yer alıyor.

Her ebeveyn çocuğunu en iyi şekilde yetiştirebilmeyi hedefler. Fakat bu hedefe giderken anne babaların tutumlarına baktığımızda çok farklı ebeveyn tutumları ile karşılaşabiliyoruz. Bunlar; otoriter, ilgisiz, aşırı izin verici, tutarsız, aşırı koruyucu, mükemmeliyetçi ve demokratik ebeveyn tutumlarıdır. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda her tutumdan örnek görebiliriz. Fakat son yıllarda yeni bir konuşma tarzı dikkat çekiyor. “Biz’ci ” anneler…

Özellikle annelerin daha çok kullandığını fark ettiğim bu tarz konuşmayı sizler de mutlaka duymuş ya da kullanmışsınızdır. Çocukları hakkında bir durumdan bahsederken “biz” diyerek konuşuyor bazı anneler. Bu durum bebeklikten başlayarak ilkokul dönemine kadar devam ediyor. Çocuğunu doktor kontrolüne götüren anne “Tüm gece öksürdük, ateşimiz de var.” Diyor. Aynı doktora kendi çocuğunu getiren diğer anne de “      Bizde çok hastayız, diş çıkarıyoruz o yüzden çok huysuzuz.” Diyor. Öyle ki çocuğun babasından, kendi eşinden bahseden anne artık “Babamız bizi almaya geldi.” Diyor. Çok rahatsız etmeyen basit bir konuşma tarzı gibi gözükse de aslında sorun teşkil eden bir durumdur bu. Niçin anne çocuğuyla kendisini aynı konuma getirir? Neden kendi eşi için artık babamız kelimesini kullanmaya başlar?  Niçin çoğul anneliği tercih eder?

Görüyoruz bu tutumda olan bir anne bir süre sonra artık çocuğun dili olmaya başlar. Sorulan sorulara onun yerine cevap verir, çocuğun yapması beklenen seçimleri çocuk yerine anne yapar, kıyafetlere, gidilecek yerlere anne karar verir. Çocuğun özgürleşmesini kısıtlar, adım atmasını, belki atacağı bu adımda takılıp düşecek olsa bile bunu deneyimlemesini engeller. Sonra ortaya annesi olmadan karar veremeyen, seçim yapmakta zorlanan bağımlı çocuk çıkar.

Baktığımızda bazı annelerin kendilerine bağımlı çocuklar yetiştirmeyi isteyerek tercih ettiğini görüyoruz. Kendi hayatında yeteri kadar söz sahibi olamamış, kendi hedeflerine tam anlamıyla ulaşamamış olan anne, bunu çocuğu üstünden sağlamaya çalışır. Çocuğunun ona bağımlı yetişmesini içten içe destekler ve eğer çocuk kanatlanıp uçarsa, ona ihtiyacı kalmazsa yaşayacağı hayal kırıklığı ile kendi gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalacağını bilir. Değerli bir meslektaşım bu konuda şöyle diyor; “Kendisine muhtaç bir çocuk anne için en önemli uğraş, en önemli projedir hayata tutunmak için.”

Her çocuğun kendi kimliği vardır. Her biri farklı yeteneklere sahip, rengarenk hayalleri olan birer bireydir. Onlar adına konuşmak, yapamadıklarımızı onlara yaptırmaya çalışmak, kanatlarını kırmak ne büyük haksızlık olur… Üstelik bütün bu sorumlulukları tek başına yüklenmek bir anne için çok yorucu ve yıpratıcıdır.

Bırakın uçmayı, zaman zaman düşmeyi, her düştüklerinde ayağa kalkmayı öğrensinler. Bir çocuk için yapılabilecek en güzel şey tüm bunları yaşarken yanında olduğunuzu hissettirmektir.

Bahçeli’nin Boğaziçi Mesajı ve Bir Anı

Bahçeli’nin Boğaziçi Mesajı ve Bir Anı

Devlet Bahçeli’nin Boğaziçi öğrencilerine yönelik mesaj niteliğindeki konuşması beni 1968’li yıllara götürdü.

Ben 1968 ile 1991 yılları arasında Ankara’da okudum ve Ankara’da kamu görevinde bulundum.

Profesyonellikle sonuçlandırdığım futbol maceram nedeniyle emsallerimden tam 8 yıl sonra üniversite hayatına başlamak zorunda kaldım.

Hem Azot sanayii genel müdürlüğünde çalışıyordum, hem de Ankara Başkent iktisadi ve ticari ilimler akademisinde okuyordum.

İşyerim Ankara Kızılay meydanındaki gökdelenin yanıbaşındaydı.

Haftada bir kaç gün cebeci tarafından gelen protesto yürüyüşlerine tanık oluyorduk.

Kader benim 1968 kuşağı ile aynı dönemde tahsil yapmamı istemişti.

Protesto yürüyüşleri iş başındaki hükümetlerden ziyade Amerika aleyhine oluyordu.

ODTÜ Henüz çok yeniydi  ve şehir merkezinden çok uzaktaydı.

Hacettepe Üniversitesi ise Kuruluş aşamasındaydı.

Siyasal ve Hukuk fakülteleri sahadaydı ve çok etkindi.

Ama kültür faaliyetlerinde ve konserlerde en etkili fakülte, Dil Tarih ve Coğrafya fakültesiydi.

Bu fakültede bir ara Ruhi Su ve Rahmi Saltuk konserlerini izlemiştik.

Bizi Kore savaşına bulaştıran, yüzlerce subay ve askerimizin şehit olmasına sebep olan Amerika bizim dönemimizde sağcı öğrenciler tarafından da, solcu öğrenciler tarafından da sevilmezdi.

Bir gün ODTÜ’ye konuşma yapmak için giden Amerika’nın Ankara büyükelçisi Commer’in arabası yakılmıştı.

Bizim okulda Ülkücü kesimin hakimiyeti vardı.

Devlet Bahçeli Ülkücü kesimden gelen genç bir asistandı.

Onur Kumbaracıbaşı ve Aydın Güven Gürkan ise sol kesimden gelen iki doçentti.

Siyasi tercihleri ve yaşam tarzları farklı olan bu iki kesimin birbirine hakaret ettiğini ve birbirlerini itibarsızlaştıklarını görmemiştik.

Bir kesim  Amerika’ya Go Home demişti, diğer kesim ise Emperyalizme hayır demişti.

Boğaziçi üniversitesi öğrencilerimizden Amerika’nın bölücü ve kışkırtıcı projelerinden uzak durmalarını bekleriz.

 

Günün sözü,

Delilik, Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp,

Farklı sonuçlar beklemektir.

“Enstein”

 

ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI OBEZİTE, ÇOCUKLAR VE GENÇLER…

ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI OBEZİTE, ÇOCUKLAR VE GENÇLER…

Obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fiziksel aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar. Basit olarak vücuttaki yağ oranının, aşırı ve anormal bir şekilde artışı olarak tanımlanır. Bir başka deyişle obezite, kişilerin boylarına göre kilolarının fazla olmasıdır. Dünyada ve ülkemizde hızlı bir biçimde ilerlemektedir.

Günlük yaşamda bireylerin (gebe, emzikli, bebek, okul çocuğu, genç, yaşlı, işçi, sporcu, kalp-damar, şeker, yüksek tansiyon hastalığı, solunum yolu bozuklukları vb.) yaşa, cinsiyete, yaptığı işe, genetik ve fizyolojik özelliklerine ve hastalık durumuna göre değişen günlük enerjiye ihtiyaçları vardır. Sağlıklı bir yaşam sürdürmek için, alınan enerji ile harcanan enerjinin dengede tutulması gerekmektedir. Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının %15-18’i, kadınlarda ise %20-25’ini yağ dokusu oluşturmaktadır. Bu oranın erkeklerde %25, kadınlarda ise %30’un üstüne çıkması obeziteye yol açmaktadır.

Günümüzde ebevenyler ve gençlerde büyük sağlık problemlerine neden olan obezite, fast-food, paketli gıdalar, aşırı şekerli besinler, çikolata, cips vb. sağlıksız besinlerin aşırı derecede tüketilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Ebeveynlerin beslenme alışkanlıklarının yağ ve şekerden zengin yiyeceklere kayması, çocukların yeme alışkanlıklarını bu şekilde geliştirmelerine neden olmaktadır. Bu tür beslenme; vitamin, mineral eksikliği ve birçok hastalığa yol açmaktadır. Çocuk ve gençlerin beslenmesinde ailelere bu konuda fazla görevler düşmektedir. Sağlıksız besinlerin tüketilmesi konusunda aileler çocuklarına kısıtlamalar yaparak, küçük yaşta obeziteye yakalanma risklerini minimum düzeyde tutmaları gerekmektedir. Okullar ve toplu yerleşim alanları, ne yazık ki beslenme alışkanlıkları açısından tehlikededir. Okullarda beslenme konusunda eğitimler verilmeli, gençler bu konuda bilinçlendirilmelidir.

ÇOCUKLUK ÇAĞI OBEZİTESİNİN YOL AÇTIĞI SORUNLAR NELERDİR?

Fiziksel sorunlar arasında; tip 2 diyabet, metabolik sendrom, kolestrol, yüksek tansiyon, astım, uyku bozuklukları, karaciğer yağlanması, vitamin, mineral eksikliği, kemik kırıkları gibi sorunlar yer almaktadır.

Sosyal ve duygusal sorunlar ise; özgüven eksikliği ve akranları tarafından dalga geçilmesidir. Obez çocukların ve gençlerin daha kaygılı olduğu ve sosyal yetenekleri daha az gelişmiş olduğu gözlenmiştir. Bu çocuklar ve gençler sınıfın disiplinini bozan davranış sergileyebilirler veya sosyal olarak içe kapanık olabilirler. Düşük özgüven beraberinde umutsuzluk getirdiğinde depresif süreç yaşanabilir. Ayrıca vücut görüntüsünden memnun olmayan ve/veya sürekli eleştirilen çocuklarda zamanla yeme sorunları gibi psikolojik sorunlara zemin hazırlanır.

 

OBEZİTEYE YÖNELİK ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER NELERDİR?

Çocukların ve gençlerin fiziksel aktivite yani spor dallarına aileler tarafından yönlendirmelidir.

Televizyon, tablet ve bilgisayar başında geçirilen zamanın azaltılması hem hareketsizliği hem de atıştırma tarzındaki beslenmeyi engeller.

Beslenme alışkanlıkları gözden geçirilmelidir.3 ana 3 ara öğün olacak şekilde 2-3 saatte bir beslenme sağlanmalıdır.

Hazırlanan yiyecekler besleyici nitelikte olmalı, aşırı yağlı ve şekerli olmamalıdır.

Çocuklar ve gençler her konuda olduğu gibi beslenme şekli konusunda da anne ve babalarını model alacağı için, evdeki herkesin sağlıklı şekilde beslenme düzenine uyması çok önemlidir.

Ailesinde şeker hastalığı olan çocukların şişmanlık açısından bir metabolizma ve endokrin uzmanının takibinde olması gereklidir.

Tedavide şok diyetlere başvurulmamalı ve bu konuda bilimsel çalışmaları açısından kendisini kanıtlamış tıp uzmanları (endokrin ve metabolizma uzmanları, çocuk ve genç psikiyatrları) ve diyetisyenlerle işbirliği içine girilmelidir.

Sonuç olarak dünya genelinde obezite oranları sürekli bir şekilde yükselmeye devam ederse gelecek nesillerde erken morbidite, kronik hastalık ve mortalite sayısında artışlar yaşanacağı öngörülmektedir. Bu nedenle sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivitenin önemi hakkında, çocukluk ve gençlik çağında etkileşimde olan bireyleri içeren bütüncül eğitim ve bilinçlendirme çabalarının sağlanması, bu konuya ilişkin politikaların güçlendirilmesi, vücut ağırlığı ve boy uzunluğu izlemini içeren büyümenin doğumdan itibaren izlenmesi ve ergenlik döneminin sonuna kadar sürdürülmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Çocukluk ve gençlikte obezite salgını kontrol edilmezse, çocuklarımız ve gençlerimiz daha kısa yaşamlara ve kötü sağlığın duygusal yüklerinin açtığı problemlere mahkûm edilecektir!!

 

MİS GİBİ BİR KÖŞE YAZISI!

MİS GİBİ BİR KÖŞE YAZISI!

Pandeminin ikinci kışındayız…

Yaşa yaşa bitiremediğimiz, lastik gibi uzadıkça uzayan bir döneme denk geldik zamane insanları olarak. Bunun adına ister şanssızlık deyin, ister kadersizlik, isterseniz talihsizlik…Ne derseniz deyin su götürür!

Sıkıldık, bunaldık, eskiyi özledik…

“Alışırız, alışmak zorundayız” dediğimiz bu sürece bir türlü alışamadık.

Her şey alt üst!
Her şey taran feran!
Her şey yarım yamalak!
Tıpkı şu anki yaşamlarımızda olduğu gibi…

Yaşamdaki mevcut çerçeve darlığının verdiği durgunlukla, inanın bu hafta konu bulmakta zorlandım!

Aslında şuraya döktüreceğim konu çok, hatta kıyamet kadar! Gelin görün ki hepsi de iç karartıcı… Hergün ülke ve dünya gündemine bakış atan biri olarak bir tanecik bile olumlu, yüz gülümseten habere rast gelemiyorum.
Genel gündem haberleri hep karabasan misali!

Eee…Tabii ki öyle olur! Bizi bırakın, dünyada da herkesin hayatı durma noktasında devam ediyor çünkü! Ne bir etkinlik haberi, ne bir şenlik haberi ne de başka bir keyif verici haber…
Her yer tarumar!

İnat ettim!
“Sıkıcı, iç karartan, olumsuz haberleri köşeme taşımayacağım!” diye.

Sadece benim değil, hepimizin ruhları huzur, yüzleri gülümseme bekliyor artık. Evet, bireysel olarak bunu başarıyoruz belki; o da günlük hayatın içindeki minimum mutluluk anlarına sarılarak…
Dediğim gibi; bunlar sadece bireysel aktivasyonlarımızla kazandığımız geçici mutluluklar…Minik, anlık …
Damaklarımızda, zihinlerimizde uzun süreli ve kalıcı olacak keyifli ve leziz anılar biriktirmek ne mümkün!

Hepimiz anlık da olsa kendimizi oyalayabilecek meşgalelerin peşine düştük.
Pandeminin ilk kışı neyse neydi de ikinci kışı temelli ağırlığını bıraktı üzerimizde…

Buna rağmen neyse ki cemreler bir bir düşüyor…Bahara ve yaza bir nebze de olsun taze umutlarla gireceğimize dair inancımı koruyorum.

Ve hayata inat, olan bitenlere inat, pandemiye inat ben hâlâ gülümsüyorum.

Siz de her şeye inat gülümsemeye devam edin. Buna ihtiyacımız var.

Gördünüz mü, suya sabuna dokunmadan, ülkedeki ve dünyadaki gelişmelerin -kötü haber- tellallığını yapmadan mis gibi bir köşe yazısı yazdım; kalemim yettikçe!
Aslında bir nevi dertleştim sizinle.

Şayet sizin de dertleşecek, “keşke şunu da yazsan” diyeceğiniz bir hikayeniz varsa, gazetemizin mail adreslerini biliyorsunuz.

Sizden gelenlere dair kalemimi oynatmaktan mutluluk duyacağım.

Esen kalın.

ABD SİYONİZMİ TÜRKİYE KUŞATMASI PROJESİ HIZLANDIRIYORMUŞ VE ŞİİR’İM

ABD SİYONİZMİ TÜRKİYE KUŞATMASI PROJESİ HIZLANDIRIYORMUŞ VE ŞİİR’İM

ABD ve benzeri ülkeler, Türkiye’ye karşı kuşatma projesini fiilen başlattı mı? Irak’ta, Suriye’de terör örgütlerine her türlü desteği veren ABD, bölgede askeri üsler kuruyor. Egede adalarında ve Trakya’da üsler kuruyor ve silah ve cephane dolduruyor. ABD nın derin devleti yıllar öncesinden “BOP” Projesini yeni küresel dünya düzeni için daha geniş anlamda şekil değiştirerek savaş adıyla müttefik devletlerle birinci hedef, Türkiye diyerek kuşatma istekleriyle karşı karşıyayız ve Orta-doğu coğrafyası değişsin, Büyük Siyonist İsrail devleti kurulsun, uşak sözde “Kürt” temsilci gibi maşalar oluşsun gibi gelişmeler.

ABD derin devletinde 1918 yılında başlayan çizilen haritalar ve yazılan yazılar pentegon yayın organlarında var . Türkiyeyi üç parçaya ayıran haritayı tekrar yayınlayarak, adına da “kıyamet savaşı” diyerek tüm niyetlerin ne olduğu ortadadır. Bir haritada Marmara, İstanbul ve İzmir “Uluslararası Constantinopolitan “Devleti” olarak gösteriliyor; Doğu Anadolu’da bir Ermenistan, Güneydoğu Anadolu’da maşa sözde Kürdistan devleti kurulmuş. Ortada ise Türkiye var. Türkiyeyi parçalama hevesinde olan ABD ve müttefiklerinin içimizdeki uzantıları, terör örgütleri kendilerini gizlemeden talimat bekleyen satılmışların sayıları artarak devam ediyor.

ABD nin bu hareketi amaçladığı Türkiyeyi kuşatmaktır. ABD, harekete geçmesi için Türkiye’nin içinde yönetim boşluğu oluşmasını, iç kargaşa ve iç savaşa benzer olayların çıkması için içimizdeki hainler vasıtasıyla bunun için çeşitli gelişmeler tezgahlanıyor ve ABD ve müttefikleri kendilerince geçmişte yaptıkları gibi özgürlük, demokrasi adıyla müdahale taktik hazırlıkları yapılarak zeminler hazırlamaktır.

ABD yönetimleri değişse de amaçları hep aynı, Arz-ı Mev’ud denilen Büyük İsrail’in sınırları içerisinde Nil’den Fırat’a kadar olan bölgeyi, yani Türkiyeyi bölmeden, Ne Siyonist büyük İsrail kurula bilir. Nede yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarına sahip olunur. Bu yüzden kirli hain savaş devam ediyor. Ancak ne yapsalar olmuyor. Tüm planları bozuluyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti tüm kurumlarıyla bu gelişmelerin farkında ve savunma sanayisinin 1974 den bugüne geliştirilen, milli silahlarla donatılmış, içindeki hainlerden ve devşirme subaylardan %95 arındırılmış TSK, en büyük korkularıdır.

ABD Pentegonu Türkiyeyi kuşatmak için verdiği 2025 tarihine 4 yıl kaldı o yüzden birliğimizi bozmak için her an fırsat beklerler. Türk milletinin birliği için başta ülkeyi yöneten siyasi iktidara büyük görevler düşüyor. Türk halkını kin ve nefret söylemleriyle kutuplaştırmayın, öt eleştirmeyin içte birlik gücü her türlü oyunları bozar, uyanık olmak zorundayız. Kişisel çıkarlar ve politik kavgalar hep ikinci planda tutulmalı. İdeolojik saplantılarımızdan kurtulmalıyız. Tarihimizin en büyük tehdidini ancak böyle atlatabiliriz. Bu acımasız vahşi dünyada varlığımızın tek sebebi “Mevzu vatandır“ Bu hayallerinden vazgeçmeye-bilirler ancak oyunlarını erteleyecekler. Masaları yeniden kuracaklar ve bu masa oyunlarını da oynarlar oyunlara gelmemek ve Türkiye masalarda yerini alması uzun soluklu bir yüzyıl daha kazanmış olacaktır. “BİR OLALIM, DİRİ KALALIM, GÜÇ OLALIM”
“ÇANAKKALE “
Çanakkale bu cihanda tektir varlığın,
Tarih şahit yazdığın senin destanın,
Ya istiklal! Ya ölüm yeminin,
Çanakkale hürriyete giden yolsun sen.
*
Seni bitirdik diyen zalim güçlerin,
Karşına çıkan düşman topu tüfeğinden,
Senin topun donan’man tüfeğin bataryan,
Çanakkale geçilmez denilen yersin sen.
*
Nice yiğitler yılmadı cenkler devinden,
Koştu senin bağrına çıktı evinden,
Sen onların açtığı alevli yolundan,
Çanakkale sen bayraklaşan yersin sen.
*
Toprağına düşmüş nice yatan şehitler,
Yağmur yağınca sularında kanları kokar,
Meydanında parlayan kızıl o akşamlar,
Çanakkale sen bayraklaşan yersin sen.
*
Bir destan okunuyor senin mazine,
Okurken gözüm dolar geçen gününe,
Şehidim, vatansın, bayraksın böyle biline,
Çanakkale yedi düvelle cenk ettiğin yersin sen.
Y.T: 14.03.2018

İŞİD DEAŞ Olmuştu, PKK’da YPG Oluyor

İŞİD DEAŞ Olmuştu, PKK’da YPG Oluyor

Kuklacı Amerikanın yeni yönetimi Kuzey Suriye’yi yeniden karıştıracaktır.

Bir zamanlar bu bölgede yarattığı İŞİD’i  DEAŞ’a çevirip yoluna devam etmişti.

Şimdi ise PKK’yı YPG’ye çevirmenin peşindedir.

GARA’fa ki 13 şehidimizle ilgili olarak PKK’yı sorumlu tuttu ve yeni oyunun ilk işaretini verdi.

Selahattin Demirtaş’da katliamda PKK’nın adını vererek Amerika’nın  yaptığı açıklamaya uymuş oldu.

Görünen o ki katliamlarla yıpranan PKK için eski destekçileri tarafından son kullanma tarihi ilan edilmiş oldu.

Şimdi ise Kuzey Suriye’de binlerce tır dolusu ağır silahla desteklenen YPG devreye sokulacaktır.

Esed’in ise Suriye’nin bölünmesi gibi bir derdi yoktur.

Zaten Amerika’nın devreye sokmaya çalıştığı bu projeye karşı gelecek bir gücü de yoktur.

Bu projeye tüm gücümüzle karşı çıkan sadece biz olacağız.

Çünkü bölünmüş proje yeni bir ortadoğu krizi demektir.

Rusya’nın da YPG ile ilişkisini bitireceğini ummuyoruz.

Eğer yeni paylaşmada Rusya’da Esed’den bir üs alırsa, YPG’ye sessiz kalacaktır.

Amerika’nın ortadoğuda ki ve doğu Akdeniz’de ki oyunu bitmeyecektir.

Koyduğu ambargoları yumuşatarak veya kaldırarak İran’ı bile yanına almak isteyecektir.

Amerika’nın en önemli önceliği Rusya ile Türkiye’nin stratejik ortaklığını bozmaktır.

Ve daha da önemlisi Türkiye’yi bölgede yalnız bırakmaktır.

Amerika bütün projelerini yaparken, Türkiye’de işbirliği yapacağı dostlarının açıklamalarını da dikkate almaktadır.

Zaten cesareti de buradan kaynaklanmaktadır.

Böyle bir ortamda ülke bütünlüğünü korumak mecburiyetindeyiz.

Günün Sözü,

Tilki Kümesi iyi tanıyor diye,

Kümese bekçi yapılır mı?

“H.Trucuan”

MUTSUZ BİR EVLİLİK ÇOCUKLAR İÇİN DEVAM ETTİRİLMELİ Mİ?

MUTSUZ BİR EVLİLİK ÇOCUKLAR İÇİN DEVAM ETTİRİLMELİ Mİ?

Boşanmak tıpkı evlenmek kadar olağan bir durum. Hiç kimse büyük bir aşkla, hayallerle, tutkuyla başladığı evliliğini bitirmek için bu yola başlamıyor fakat çıkılan bu yolda kişiler, tavırlar, duygular, hayat şartları değişebiliyor, kişiler arası çatışmalar baş gösterebiliyor ve evlilik sürdürülemez bir hal alabiliyor. Yapılan araştırmalar Türkiye genelinde boşanma sayılarının her geçen yıl arttığını gösteriyor. Öyle ki Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre boşanan çiftlerin sayısı 2018 yılında 143 bin 573 iken 2019 yılında %8,0 artarak 155 bin 47 oldu.  Çocuk sahibi olmayan çiftler için boşanma kararı daha kolay verilebiliyor olsa da çocuk sahibi olan çiftlerin büyük çoğunluğu biten evliliklerini çocuklar için devam ettirmenin daha sağlıklı olduğunu düşünüyor. Maalesef ki yanılıyorlar…

Tabii ki bir çocuk için en sağlıklı olan şey ebeveynleri ile bir arada olduğu sağlıklı bir ev ortamıdır. Fakat ebeveynler arasında olan çatışmalar bu aile ortamını sağlıklı olmaktan uzaklaştırır. Çoğu ebeveyn yaşanan gerginlikleri çocuklarından gizlemeye çalışır ve çocukların bu huzursuzluğu hissetmediğini düşünür ama çocuklar aslında her şeyin farkındadır ve hatta evdeki bu huzursuz ortamdan kendini sorumlu tutabilirler. Eşler arasında iletişim kurulamadığında basit sorunlar bile çözümsüz kalır. Sorunların çözümsüz kalması ve ihtiyaçların karşılanmaması bir yana, aile ortamı huzursuz ve gergin hale gelir, evlilik ve aile işlevselliğini kaybeder. Böyle bir ortam çocuğun ruhsal gelişimi açısından faydadan çok zarar verici olur.

Eşlerin ebeveynlik görevlerini sağlıklı bir şekilde yürütebilmeleri için öncelikle kendilerinin ruhsal açıdan sağlıklı olmaları gerekir. Kopuk bir evliliği sırf çocuklar için sürdürmek çok zor ve yıpratıcıdır. Boşanma sadece eşler arasında yaşanan bir süreç değildir. Boşanmış ya da boşanma kararı almış çiftlerin büyük bir kısmının çocuğu vardır. Bu nedenle boşanma, en çok da çocukları ilgilendiren önemli bir süreçtir. Çocuklar elbette ki anne-babasının ayrılmasını, farklı evlerde yaşamasını istemez fakat çocuklar bu konuda yeterli bilince ve olgunluğa sahip değildir, ebeveyn olmak sorumluluk almayı gerektirdiğinden bu kararı vermek ebeveynlerin sorumluluğundadır.

Ebeveynleri boşanmış çocukların diğer çocuklara oranla psikolojik olarak daha fazla yıprandığını biliyoruz. Fakat atladığımız şey “boşanma” değil “boşanma sürecinin doğru yürütülmemesi” nin çocuğu olumsuz etkiliyor olduğu gerçeğidir. Yani boşanmış bir anne babanın çocuğu olmak her zaman çocuk için travmatik bir olaya yol açmaz. Boşanma sonrası ebeveynler sadece karı-koca ilişkisini sonlandırır. Fakat anne-baba olmak onların sona ermeyen görevidir.

Çocukların boşanmadan nasıl etkilenecekleri anne babanın bu süreci nasıl yönettiklerine, çocukla kurdukları ilişkiye ve yeni düzeni hızlı bir şekilde rayına oturtup oturtmamalarına bağlıdır. Anne babanın birbirlerine olan tutumları da çocukların boşanmaya gösterdikleri uyumu ve etkilenme biçimini belirler. Örneğin; boşanma sonrası çocuğun anne-baba arasında seçim yapmak zorunda bırakılmaması, aynı şekilde ayrılan çiftlerin birbirlerini çocuk önünde suçlamamaları, velayeti alan ebeveynin çocuğun ruhsal sağlığını korumak adına diğer ebeveyn ile görüşme günlerine uyması,  düzeni sağlaması açısından birbirlerine destek olmaları gibi noktalara özen göstermek boşanma sürecinin sancısız geçmesini destekler.

Bazen, çocuklar anne babalarını boşanma sonrası kaybetmez, aksine onları tekrar kazanır. Evliliğinde mutsuz bir ebeveyn, bunu çocuğuna ister istemez yansıttığı için çocuğuyla arasındaki ilişki zedelenebilir. Mutsuz olduğu evliliğe son veren ebeveyn ruhsal olarak daha sağlıklı hissedeceğinden çocuğuyla arasındaki ilişki sağlamlaşır.

Amacınız çocuk için mutsuz evliliğinizi devam ettirmektense; sağlıklı ve huzurlu ayrı iki ebeveyn olarak çocuklarınıza çatışmaların olmadığı, huzurlu ve güvenli bir yaşam alanı oluşturmak olmalıdır. Öncelikle evliliğinizdeki sorunların üstesinden gelip gelemeyeceğinizi bir uzman desteğiyle gözden geçirmeniz, ardından boşanma kararı alındıysa bu süreç yine bir uzman desteğiyle en sağlıklı nasıl atlatılabilir bunun üstüne çalışmanız sizin ve çocuklarınız ruh sağlığı açısından oldukça önemlidir.

 

İnegölspor, Karacabeyspor ve Yıldırımspor

İnegölspor, Karacabeyspor ve Yıldırımspor

Birinci Ligde ıynayan Bursasporun genç kadrosu ülke sporseverleri tarafından o kadar ilgi gördü ki ” play- off” hattından uzaklaşmış olsa da hiç kimse genç Bursaspora toz kondurmuyor.

Ama profesyonel liglerde başka takımlarımız da var.

Geçen sene rekorlar kırarak ikinci profesyonel lige yükselen Karacabeyspor bu sezon aynı başarıyı gösteremiyor.

İkinci lig kırmızı grupta yer alan Karacabeyspor 6 haftada iki beraberlik ve dört yenilgi alarak 2 puan toplayabildi ve 14. Sıraya kadar geriledi.

Sportif direktörü istifa etti.

Teknik direktörün görevden alınması ise an meselesi.

İkinci ligin tecrübeli takımı İnegölsporun da bu sezon başarısız olduğunu görüyoruz.

Futbol şehri kabul edilen İnegöl belki de tarihinin en kötü sezonunu geçiriyor.

Bu başarısızlığı görünce geçmişte oynayan İsmail Arca’yı, Hıfzı’yı, K. Erol’u, Zeyne’li ve Serhat’ı özlemle hatırlıyoruz.

Dört maçtan beri kazanamayan İnegölsporun 14. Sıraya düşmesi hepimizi üzdü.

Fenerbahçe, Trabzonspor ve Beşiktaş’tan yapılan transferler de çare olamadı.

İkinci yarıya alt yapının hocası ile başladılar ama bu kötü gidişatı o  da durduramadı.

Bu sezon profosyonel liglerde en başarılı Bursa Bölgesi takımının üçüncü ligde yer alan Yıldırımspor olduğunu görüyoruz.

Kalesinde en az gol gören, gol averajı da en uygun olan Yıldırımsporun dördüncü gruptan şampiyon olarak çıkmasını bekliyoruz.

Yıldırımspor için en büyük zorluğun çok uzun mesafeli deplasman maçları olduğunu biliyoruz.  Yıldırımspor kendi sahasında Bayrampaşa’yı yenerek lider Kelkit Belediyespor’un arkasından ikinciliğe oturdu.

Tekrar genç Bursaspora dönelim. 30 puanla dokuzuncu sırada olan Bursasporun bir kaç maçlık seri bir galibiyete ihtiyacı var.

Koronadan kurtulanların dönüşü ile genç Bursasporun bu seri galibiyeti yakalayacağına inanıyoruz.

 

Günün Sözü

Alçak gönüllülük

Kendi gerçek değerini anlamaktır

  1. France