Köşe Yazıları

KANAL İSTANBUL VE 150 BARAJI

KANAL İSTANBUL VE 150 BARAJI

Seçmene Kanal İstanbul Projesini destekliyor musunuz diye sorsak, büyük çoğunluğu evet diyecektir.

Ama Kanal İstanbul Projesine mi, yoksa 150 baraj yapımına mı öncelik veriyorsunuz desek, 150 baraj projesine öncelik veriyorum diyecektir.

Çünkü pandemi döneminde hepimiz tarım ve tarım ürünlerinin önemini iyi anladık. Kuraklığı ve barajların önemini ise daha iyi öğrendik.

Bir taraftan vaka sayılarını, diğer taraftan da barajlardaki doluluk oranlarını endişe ile izlemiştik.

Bir süredir artarak devam eden Kanal İstanbul inatlaşması, gündemi o kadar doldurdu ki, kimsenin 150 baraj projesinden, haberi olmadığı anlaşıldı.

Aslında Ak partinin, kuraklık korkusu geçirdiğimiz bu dönemde, 150 baraj projesini vitrine çıkarması, gerekirdi.

Henüz ihalesi yapılmayan 6 yıl süreceği belirtilen, Kanal İstanbul projesi, 150 baraj kadar öncelikli değildir.

Bu konuda Ak parti ısrar ettikçe, muhalefete alan açtı ve ekonomik sıkıntı çeken seçmeni, muhalefetin yanına itti.

Bir de yüksek büyüme oranı ile, seçmen arasındaki ilişkiye bakalım. Yüksek büyüme oranı, sade seçmeni direkt olarak etkilemez.

Hele büyüme ithal bazlı hammadde ara mal ile sağlanıyorsa, bu büyüme oranı döviz fiatlarını, tırmandırır.

İşte ekonomimizde, şimdi yaşadığımız durum budur.

Çin hariç, ekonomisi güçlü diğer ülkelerde, büyüme oranlarını enflasyon, faiz ve döviz kursları bir dengede buluşurlar.

Ak parti proje tercihlerinde ve ekonomik  politikalarında, seçmenin nabzını tutmalıdır.Aksi taktirde,bu kadar çabaya rağmen, seçmeni yanına alamaz.

GÜNÜN SÖZÜ

Hırs ile mutluluk birbirlerini hiç görmezler.

“Benjamin FRANKLİN”

 

İNATLAŞMA BÜROKRASİYİ GÜÇLENDİRİYOR

İNATLAŞMA BÜROKRASİYİ GÜÇLENDİRİYOR

Kanal İstanbul projesinde, iş inada bindi.

Zıtlaşmanın derecesi gün geçtikçe artıyor.

İktidar, inadına yapacağız demekte, muhalefet ise ihaleyi üstlenen müteahhitlerin paralarını ödemeyiz diyor.

Devlet projelerindeki inatlaşmalar, iki tarafa da yaramaz, siyaseti yıpratır.

Bu inatlaşmalar genellikle pusuda bekleyen bürokrasiye yarar.

12 Mart muhtırasının verilmesine sebep olan, gelişmeleri hatırlamalıyız.

12 Eylül 1980 darbesinden önce aylarca süren ve kilitlenen Cumhurbaşkanlığı seçimini, iyi analiz etmeliyiz.

Sözün kısası iktidarla muhalefet arasında, müzmin kavga devam ederse, bazı çevreler durumdan vazife çıkarırlar ve devreye girerler.

(1970) li yıllarda rahmetli ERBAKAN’DA 11 gübre fabrikasının yapımını, gündeme getirmiştir.

Döviz kıtlığı vardı. Dönemin muhalefet partileri, bu projelerin fizibilite çalışması yetersiz demişti.

Rahmetli ERBAKAN Mazı dağı fosfatını, Şırnak kömürünü dile getirdikçe, muhalefet bu projeleri   itibarsızlaştırmayı sürdürmüştü.

Gemlik Amonyak tesisleri de, bu proje paketinin içindeydi.

Gemlik Amonyak fabrikasının, yatırım izinlerinin alınmasında ve özellikle dış finansmanının temininde, çok zorluk çekmiştik.

Birçok bürokrat bu projenin hayata geçeceğine inanmamıştı.

Merkez Bankasından, planlama teşkilatından ve hazine müşteşarlığından, randevu ve destek almak çok zordu.

İşte bürokrasi böyle bir sistemdir. Amerika’yı pentagon bürokrasisi yönetmektedir.

Finans ve dış politika bürokrasisi, hemen arkadadır.

Başkan BİDEN, artık başkanlarının telefonla karar verme dönemi bitmiştir diyerek, devleti bürokrasiye teslim etmiştir.

Bizdeki güçlendirilmiş parlementer sistemcilerde, bu kafadadır.

GÜNÜN SÖZÜ

“Hoşgörü, en iyi dindir.”

“Victor HUGO”

 

OLDU BİTTİ!

OLDU BİTTİ!

 

Paylaştık,

Püskürdük,

Zehrimizi kustuk,

Çemkirdik,

Söylendik,

….

Oldu bitti!

 

Gerçekten de oldu mu? Bitti mi?

Görevimizi yaptık mı?

Vicdanımız rahat mı?

Bir gün mü? Üç gün mü paylaştık?

 

Gerçekleri anlatmayı sosyal hesaplarımızda bir iki güne sığdırınca pir-u pak mı oldu kalplerimiz? Bunu yapınca gece başımızı yastığa koyduğumuzda huzura erdik mi?

 

İki yavruya karşı hissettiğimiz yetişkin sorumluluğumuzu beyinlerimizde, fikirlerimizde kemale erdirmiş olduk mu?

 

Bir ya da iki gün yaptığımız paylaşımlarla o ve onlar gibi mağdur olan çocukların geleceklerini el birliğince kurtardık mı?

 

Ömür boyu üzerlerinde taşıyacakları travmayı atlatmalarına bu yolla  yardımcı olduk mu?

 

Ya acıyan bedenleri!

 

Kabul edilemez bu durumu bir veya iki gün paylaşarak acıyan bedenlerine şefkatle mi dokunmuş olduk?

 

Yoksa bütün bunları bir yana bırakıp bu evlatların “çok şükür ki!” resim yapabilme kabiliyetleri var diye mutlu mu olduk?

 

Öyle ya, henüz kendilerini tam olarak ifade etme yetenekleri bile henüz gelişmemiş olan iki çocuk değil miydi yaşadıkları travmayı resim çizerek anlatmaya çalışan?

 

Daha önce o ve onlar gibi mağdur edilen çocuklarda bir faydası oldu mu üç beş sosyal medya paylaşımının, haykırışlarımızın da bu çocuklar için bir yararını görelim!

 

Sizce, bu yüzyılda bunları yaşadığımız, küçük bedenlere yaşattığımız ve onları koruyamadığımız  için yerin dibine geçmeyi hak etmedik mi?

 

İnsanlığımızdan hâlâ utanmadık mı?

 

Yoksa…

 

Her şeyde olduğu gibi; bana dokunmayan yılan bin yıl mı yaşasın?

 

Hangisi sizsiniz?

Hangisi benim?

 

Sizi bilmem ama ben insanlığımdan utandım! “Yer yarılsa da içine girsem” dedim!

Bu devirde yaşamaktan bir kez daha korktum. Üstelik bir yetişkin olarak korktum.

 

Ama utanması gerekenler utanmadı!

Düşünmesi gerekenler düşünmedi!

Üzülmesi gerekenler üzülmedi!

Yapılması gerekenler yapılmadı!

 

Utanın… Düşünün…Üzülün ve hatta yapılması gereken her ne varsa “insanlık adına” bir an önce yapın.

 

Kokuşmuş vicdanlarınıza derhal bir ayar çekin!

 

Esen kalın.

 Hurşit Topal Gazeteciler Cemiyeti Yönetiminde

 Hurşit Topal Gazeteciler Cemiyeti Yönetiminde

(1990’lı) yıllarının ortalarında, basın işine adım attığımda Gemlik’te ilk tanıdığım gazeteci Kadri GÜLER olmuştur.

Yaklaşık 10 yıl kadar,  Kadri GÜLER’in haftalık Körfez gazetesinde köşe yazıları yazmıştım. Gemlik’te tanıdığım ikinci basın mensubu ise, Cemal KIRGIZ’dı.

Cemal KIRGIZ Olay Gazetesinin Gemlik Temsilcisiydi. Olay Gazetesinin, Gürle Hanın en üst katında bir ofisi vardı.

Olayın ofisi her gün basın mensupları, siyasetçiler,  esnaf ve Gemlik halkı ile dolup taşıyordu.

Hurşit TOPAL’ı da  Olay’ın Gemlik ofisinde tanımıştım. Hurşit TOPAL Türkiye Gazetesi ve (İHA) ajansının Gemlik temsilcisiydi.

(2000) yılların ortalarında, Gemlik’te medya patlaması olmuştu. Haftada bir çıkan gazeteler, günlük çıkmaya başladılar.

Gemlik’in tanınmış siyasetçilerinden Mehmet ÇELİK’te Gündem Gazetesini çıkarmaya başlamıştı.

Mehmet ÇELİK bir süre sonra, Gündem Gazetesini Hurşit TOPAL’a devretti.

Bende yaklaşık 15 yıldan beri, Gemlik Gündem Gazetesinde yazıyorum.

Hurşit TOPAL hem gazete muhabiri olarak, hem de gazete sahibi olarak çok tecrübe kazandı.

Bu gelişme sonucu, Gazeteciler Cemiyeti Bursa Şubesine, yönetim kurulu üyesi olarak seçildi ve Gemlik’te bir ilki de başarmış oldu.

Sevgili Topal, İlçemizin en önemli kuruluşları arasında yer alan Gemlik Ticaret ve Sanayi odasının basın danışmanlığını başarı ile sürdürürken, bir çok özel kuruma da  tecrübelerini paylaşarak kurumsal tanıtım desteği verdiğini biliyoruz.

Şimdi Başkan Nuri KOLAYLI’NIN yönetiminde 3 yıl görev yapacak. Kendisine sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir yol haritası diliyorum.

 

GÜNÜN SÖZÜ

Mücadele eden, yenilgiye uğrayabilir.

Mücadele etmeyen, zaten yenilmiştir.

“BRECHT”

 

AŞI OLMASA MIYDIK?

AŞI OLMASA MIYDIK?

 

Milletimizin aşılanma süreci başladığı günden itibaren tedirginim! Hele ki aşılanma vaziyetlerinin hız kazandığı son onbeş gündür daha da tedirginim. Ve hatta kendimi güvende hissetme duygumdan çok uzağım.

 

“Ak” derken “Yak” mı anladık acaba diye düşünüyorum! “Kaş yapalım derken göz mü çıkardık bilmeden?” diye de  sorgulamadan edemiyorum.

 

Bilmece gibi yazmayı bir kenara bırakıp beni bu halet-i ruhiye içine daldıran konuyu hemen anlatayım size;

 

Malumunuz yaklaşık iki senedir kabusumuz olan Kovid-19 illetine karşı bulunan aşıları mümkün olan en hızlı şekilde yaptırmaya başladık. Elbette ki bu durum pek hoş ve pek sevindirici.

 

Amma velakin bu sürecin başından itibaren uzmanlar demiyor muydu: “Aşı %100 koruma demek değildir, aşı bir tedavi yöntemi değildir, aşı virüsün başlangıcından beri geçerli olan hijyen-maske-mesafe üçlüsünün ihmal edilmesi demek değildir” diye.

 

Ee…Peki o halde, bu ne lahana turşusu bu ne perhiz!

 

Aşı olan vatandaşlarımızdaki rahatlık, genişlik ve hiçe sayarlık nereden geliyor? Aşısını olan kişilerin pek çoğunda sanki  “Dünyayı ben yarattım!” modundaki özgüven, “Aşılandım, bana birşey olmaz” bakışları atmalar…Bütün bu tavırlar beni çileden çıkarıyor.

 

Gün geçtikçe bu örneklerin sayısının çoğalmasıyla birlikte benim tedirginliğim de arttıkça artıyor.

 

Tam ben: ” Belli ki biz yine kaz derken koz anladık! Dahası, meğer yine hiçbir şey anlayamamışız” diye düşünürken, hooop yetkililerden gelen açıklama yüreğime su serpeceğine daha fazla telaşa düşmeme sebep oldu.

 

Mesafeyi koruduğumuz sürece, açık alanda maske takmayabileceğimize dair, artık tünelin sonundaki cılız ışığın gün ışığı gibi göründüğüne dair, bu musibetten neredeyse kurtulduğumuza dair… Falan filan…

 

Tamam anlıyorum; ülkenin ekonomik durumu iyi değil, turizmden gelecek olan paraya da ihtiyacı var devlet kasasının, bunu da anlıyorum.

 

Tek anlamadığım; insanlarımızın henüz aşı süreci nihayete ermeden “buldumcuk!” olup kendilerini yine balık istifi sahillere atmaları.

 

Yahu hiç mi yok canınızın değeri? Hadi herşeyi serbest bıraktılar diyelim, hâlâ vatandaşlarımızın bir kısmı şekilsiz virüsten vefat ederken bu ne rahatlıktır, bu ne adam sendeciliktir?

 

Yoksa, bir anda bilmem kaç cc’ lik aşı ile herşeyin bittiğini mi düşünüyorsunuz? Bunu da anlamış değilim ki bu mümkün değil! Hz. Mevlana bile sanki bu günkü durumu özetler gibi: “Herşey bir anda mı başladı ki bir anda bitsin!” deyivermiş vakt-i zamanında.

 

Kıssadan hisse; her koyunun kendi bacağından asılmadığı, böylesine ciddi bir salgında insanların rahatlığını gördükçe tedirginliğim artmakla kalmıyor, kendime: “Korunaklı yaşama bir süre daha devam et ve sabret sen Selin” diye telkinlerde bulunuyorum.

 

Her ne kadar aşılanmış olursanız olun en azından bir süre daha size de aynısını tavsiye ediyorum.

 

Maske-mesafe ve hijyen kurallarına riayet ederek, aşınızı yaptırmayı ihmal etmeyin.

 

Esen kalın.

 KEMAL GÜRÇAY KARDEŞİMİZİ KAYBETTİK

 KEMAL GÜRÇAY KARDEŞİMİZİ KAYBETTİK

Kardeşimiz Kemal GÜRÇAY, 23 Haziran günü vefat etti.

Cenaze namazını Çekirge’deki 1.Murat camisinde kıldık.

Vasiyeti üzerine, Gemlik Mezarlığında toprağa verdik.

Babamız, annemiz ve anneannemizde Gemlik Mezarlığında yatıyorlar.

Kemal GÜRÇAY tarihi Kayhan Çarşısının tanınan esnaflarından biriydi.

Yıllar önce bir felç geçirmişti.

Bu felç yüzünden kaliteli yaşam tarzını kaybetmişti.

7 kardeşli ailemizi son yolculuğunda bir araya getirerek, ayrılırken hepimize bir mesaj vermeyi de ihmal etmedi.

Gemlik’te toprağa verdiğimiz de yağan şiddetli yağmur bile cenazeye gösterilen ilgiyi önleyemedi.

Kardeşimizi Gemlik’te yatan anneannemiz Gülşen AKDOĞAN’IN yanına defnettik.

Kardeşimiz ortaokul çağında iken, bir süre anneannemle birlikte aynı evi paylaşmıştı.

Geçmişte olduğu gibi, şimdi de birlikte aynı mezarı paylaşıyorlar.

Bu acı günümüzde Gemlik ve Bursa basını, siyasetçileri ve belediye görevlileri de, bizleri yalnız bırakmadı.

Bu desteklerinden dolayı, hepsine şükranlarımızı sunuyoruz.

Geniş ailemizde tam kadro halinde hem cenaze namazında, hem de kabristanda buluştular.

Hepimiz bu geçici dünyada, birlik ve beraberlik içinde yaşamanın önemini, bir kez daha anladık.

Kardeşimize cenaze namazında da, defin sırasında da, büyük ilgi oluşmuştu.

Ahrete giderken, helallik ve güvenoyu aldığını hissettik.

 

GÜNÜN SÖZÜ

“Bir saatlik ömrünüz kalsaydı ve sadece bir kişiye tek bir telefon açabilecek olsaydınız…

Kimi arardınız, ona ne söylerdiniz ve daha ne bekliyorsunuz?”

STEPHEN LEVİNE

AVRUPA KUPASINDAN ELENDİK

AVRUPA KUPASINDAN ELENDİK

Avrupa kupasında büyük bir hezimet yaşadık. Bol övgülerle ve reklam filmleri ile başka dünyalarda kaybolan, bir takım izledik. Geçmiş kupalarda da çok yenilmiştik.

Ama böyle bir çöküş yaşamamıştık. Finallere gideriz derken, sıfır puanla elendik.

Adam paylaşmada ve adam eksiltmede, başarılı olamayan bir takım izledik. Saha kenarında, saha içinde de etkili bir lideri olmayan bir takım gördük.

Caner gibi, Gökhan gibi, hücum becerisi yüksek UEFA elemanlarını aradık.

Tuncay gibi takımı sürükleyen bir dinamonun yokluğunu hissettik.

Geçmişte yaptığımız gibi iki farklı skordan oyunu lehimize çevirebilecek, bir takım ruhunu aradık, ama bulamadık. Hiç bu kadar ezilmemiş, hiç bu kadar çökmemiştik.

Hiçbir maçımızda rakiplerimizi bu kadar rahat oynatmamıştık.

Kâğıt üzerinde çok değerliydik. Ama hiçbir zaman bu kadar arzusuz ve bitkin bir takımımız olmamıştı. Rakiplerimize önde baskı uygulayamadık.

Maç kadrolarının oluşturulmasında ve maç esnasında oyuncu değişikliklerinde, teknik ekibin akılcı ve adaletli davranmadıklarını hissettik.

Duygusal davrandıklarını ve tesir altında kaldıklarını anladık.

Risk almaktan korkan ve mücadele etmekten kaçan bir çınarın güçlüğüne tanık olduk.

Geçmişteki savaşçı kimliğimizden eser kalmamıştır.

Avrupa da final oynamak hayaliyle yola çıkmıştık. Ama en çok gol yiyen, bir gol atan ve sıfır puan toplayan bir takım olduk.

1996 yılından sonra ikinci kez aynı kaderi yaşadık.

GÜNÜN SÖZÜ

Kusuru kendisine söylenmeyen adam ayıbını hüner sanır.

“SADİ ŞİRAZi”

 

 

YENİ DÜNYA  DÜZENİ

YENİ DÜNYA  DÜZENİ

Amerika son nokta toplantılarında, Çin’i ve Rusya’yı düşman ülke olarak ilan etti.

Ama işin görünen yüzüne bakmayalım. Arka planda bu ülkeler menfaat birliğine devam edecekler.

Şimdi bizde aynı taktiği uygulamaya başladık.14 Haziranda, NATO toplantısına katıldık.

Çin ve Rusya’nın uyarılması konusundaki kararlara bizde onay verdik. Amerika, Fransa, Almanya, Hollanda ve Yunanistan liderleri ile ayrı ayrı görüşmeler yaptık.

Ama 15 Haziranda ise Çin ile para takası (Swap) anlaşması yaptık.

2019 yılından beri devam eden bu para takası anlaşmasının, 35 milyar Türk lirası ve 23 milyar Yunan olarak yükseltilmesini sağladık.

Yani, biz Çin Devleti’ ile Amerika’nın hoşlanmadığı bir ticaret sistemi ile ortaklığa devam ediyoruz.

Lideri katil ilan edilen Rusya ile birkaç gün sonra yeni bir turizm anlaşması yapacağız.

Zaten Rusya ile Mavi Akım enerji projemiz devam etmektedir.

İşte yeni Dünya düzeni budur.

NATO’ya yeni üye olmuş ülkeler, bu özel ayrıntıyı henüz sezemez. Sezen ülkeler olsa bile, NATO’NUN düşman ilan ettiği Çin ve Rusya ile büyük yatırım ve ticaret anlaşmaları yapmaya cesaret edemezler.

Ama artık biz gözümüzü açtık. Rusya ile birlikte, Mavi Akım Enerji projesine imza attık.

Marmara’yı Karadeniz’i Ege Denizini, Yunanistan’ı, Balkanlar’I ve hatta Doğu Akdeniz’i etkileyerek, Kanal İstanbul projesi için, Çin’in ekonomik ve teknik imkanlarından yararlanabiliriz.

İşte yeni Dünya düzeni, böyle çalışıyor.

Dostluk ve düşmanlık, birlikte yürüyor.

 

GÜNÜN SÖZÜ

Kıskanç daha çok sever. Ama kıskanç olmayan daha çok sever.

 

‘’MOLİERE’’

 

HÜKÜMDARLIĞIM…

HÜKÜMDARLIĞIM…

 

Verandamda oturmuş kahvemi yudumluyorum.

Bir yandan da çevremi süzüyorum…

Dallarını yeryüzüne doğru halı gibi deviren ağaçlara, gökyüzünde dans eden bulutlara,

ayağımın altından usulca akan dereye bakıyor, başımın üstünden teğet  geçen kuşlara selam çakıyorum. Gözümün önünden süzülüp  giden kısa ömürlü beyaz kelebeklere göz kırpıyorum.

 

Uzaktan, taaa derinlerden gelen vidanjörün sesine karışan sahildeki can kurtaranın ara ara megafondan yaptığı uyarı sözcüklerine kulak kabartıyorum.

 

Bir an, sanki bu dünyada yaşamıyormuşum da bana ait bir krallıkta hüküm sürüyormuşum hissinin rahatlığına kapılıyorum.

 

Kendi krallığım…

 

Huzur…

Sessizlik…

Dinginlik…

 

Sonra bir yudum daha alıyorum orta şekerli kahvemden, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi umursamayarak…

 

Sanki koca dünya bana kalmışçasına…Sanki yaşadığımız alemde hiç dert, tasa, kötülük ve kötü insan yokmuşçasına…

Sanki pembe bir rüyanın içinde uykuya dalmışçasına…

 

Uyanmayı hiç istemediğim düşler ve güzelliklerin tam orta yerindeyim.

 

Fincanın dibinde kalan kahveyi son kez hürplettiğimde ise gerçekliklerden uzak, sonsuzluk uykusuna dalmayı diledim o an. Çünkü burası o kadar aydınlık ki…Öylesine huzurlu ki… Ve öylesine iyilik yüklü ki…Kirli dünyanın, kirlenmiş insanlarının ve çarpık düzeninin arasına dönmeyi hiç istemedim.

 

Ta ki alnıma düşen bir damla yağmurun yüzümde bıraktığı ıslaklığa kadar…

 

Burada herşey çok güzel ve masalsı olmasına rağmen krallığımın kapısını aralayıp gerçek dünyaya geri dönmenin vaktinin geldiğini anlıyorum yağmur damlasından.

 

Akıp giden dereye karşı bacaklarımı uzatarak oturduğum sandalyeden doğruluyor, elimde tuttuğum ve düşlerime eşlik ederken ne zaman bitiverdiğini anlayamadığım kahve fincanını masanın üzerine bırakıp, gardımı alıyorum yeniden!

 

Dünyadaki gerçekliğin zalimliğine karşı koymak adına gardını almak zorunda kalmanın hüznü içinde…

 

Ama krallığımda yaşadığım birkaç dakikanın yüzümde bıraktığı mutluluğun iziyle…

 

Dönüyorum dünyaya…

 

Esen kalın.

 NATO’YA KARŞI DAHA DİKKATLİYİZ

 NATO’YA KARŞI DAHA DİKKATLİYİZ

NATO’NUN kuruluş amacı Sovyetler birliğine karşı, bir güç olmak içindi.

Ayrıca birde ekonomik amacı vardı.

Sovyetler Birliğinde uygulanan  “devletçi” yani takas ekonomisine karşı idi ve tüm dünyaya Liberal piyasa ekonomisinin yerleşmesini istiyordu.

Bizde “bu kış Türkiye’ye kominizim gelecek” telkinlerinden korkarak NATO’YA girmiştik.

Yani sınır komşumuz Sovyetler Birliğini azılı düşman ilan edip, on binlerce kilometre uzaktaki Atlantik grubuyla müttefik olmuştur.

Aradan yıllar geçti, NATO’NUN amacının ortakları korumak değil kullanmak ve parçalamak olduğunu anladık.

Dik duranları ise düşman listesine aldıklarını gördük.

Zaman içinde FETO ve (YPG) terör örgütlerinde, AMERİKA ve NATO destekli organizasyonlar olduklarına tanık olduk.

Türkiye artık bu ikiyüzlülüğün farkına varmış ve karşı duruşunu sergilemeye başlamıştır.

İç provokasyonlara rağmen Çin’den aşı almaya ve ticari Svap anlaşmalar yapmaya devam etmiştir.

Rusya ile hem stratejik ortak olmuş hem de önemli enerji anlaşmalarına imza atmıştır.

Türkiye artık kendisine yakışmayacak hamleler yapan, NATO üyelerine karşı tavır koymaktan çekinmiyor.

Son NATO toplantısına çok gergin bir atmosferde gitmesine rağmen kendisini ezdirmemiştir.

Çin ile Rusya İle İngiltere ile ve bölge komşuları ile ilişkilerine devam etmektedir.

Hem NATO üyesiyiz hem de Çin ile Rusya ile ekonomik ilişkiler içindeyiz.

Böyle geniş yelpazeli bir ekonomik ilişki ile Türkiye NATO kıskacından kurtulmuştur.

Türkiye NATO’NUN zannettiği eski Türkiye değildir.

GÜNÜN SÖZÜ

Yalanın dostu gerçeğinde düşmanı çoktur.

“DeGRARDİN”