Köşe Yazıları

DİPLOMATİK YOLLARI DENEMELİYİZ

DİPLOMATİK YOLLARI DENEMELİYİZ

Anadolumuz  çok kıymetli bir coğrafya üzerindedir. Anadolu içinde de, komşu sınırlarımızda da bir çok medeniyetlerin iç içe geçtiğini görürüz.

Bu sınır komşularımızın, zaman zaman savaştığımız o yıllar olmuştur. Barış antlaşmaları yaptığımız o yıllarda olmuştur.

Bazen de, iki taraf olarak, tam tatmin olmasak bile, askari müştereklerde uzlaştığımız konularda olmuştur.

900 kilometre sınır komşumuz olan Suriye ile, ezberlerimizi bozmak zorundayız.

Her ikimizde, Rusya ve özellikle Amerika’nın, oyuncağı olamayız.

Yıllarca ortak sınır denetimi gibi oyalayıcı pansuman tedbirleri ile elimiz kolumuz bağlanmıştır.

Bu bölgede bizi de, Esed’ide uyutmaya yönelik projeler üreten, Rusya ve Amerika’ nın iki yüzlü oyunlarını, artık farketmeliyiz.

Amerika ve Rusya, Türkiye ve Suriye lehine hiç bir proje üretmez .

Bu işin tek çözümü, Türkiye ve Suriye’nin birlikte bir çözüm masasına oturmasıdır.

Oyalanma ve çözümsüzlüğün en karlı tarafı, (P.K.K) ve (YPG) terör örgütleri olacaktır.

Yıllar önce, Mısır ile bir gerginlik yaşadık. Şimdi tamir etmek için, yırtınıp duruyoruz.

Dış politikada inatçılık ve duygusallık yer bulmaz.

Amaç ülke çıkarları ile örtüşerek, en doğru yolu bulmak olmalıdır. Son günlerde, Suriye sınırında, yeni bir harekat olanağı yönünde, duyumlar alıyoruz.

Bu harekat öncesi çok detaylı bir durum analizi yapmalıyız.

Geçmişte aldığımız kararlara, takılıp kalamayız. Bu gün yep yeni olaylarla karşı karşıyayız.

Rusya ve özellikle Amerika’nın yapmış olduğu plânları bozmalıyız.

Suriye ile görüşme yapmak hem bu iki ülkenin planlarını bozacaktır, hemde (P.K.K) ve (YPG) ‘yi zora sokacaktır.

Dış politikada, inatçılığa ve duygusallığa yer yoktur.

GÜNÜN SÖZÜ

En iyi adamlar, sokaktaki adam gibi düşünenlerdir.

“GREVİLLE”

OBEZ MİYİZ?

OBEZ MİYİZ?

TÜİK ve TOAD derlemeli ve obez miyiz sorusuna yanıt bulacağımız bir yazıyla süslemek istedim bu haftaki köşemi.

Bilmeyenleri Google karıştırma zahmetine sokmadan, kısaltılmış halleriyle yazdığım TÜİK ve TOAD’ ın açılımlarını hemen yapayım;

TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu
TOAD: Türkiye Obezite Araştırma Derneği.

Türkiye İstatistik Kurumu’ nun verilerine göre iki sene içinde 15 yaş ve üstü vatandaşlarımızın oranı %21.1′ e yükselmiş. Bu oran son iki yıl baz alındığında oldukça yüksek bir rakam.

Hele ki korona virüsle yaptığımız mücadele düşünülürse, obeziteye kendini teslim etmiş bireylerin ölüm risklerinin daha yüksek olduğunu belirtmekte fayda var.

Konunun pandemi dönemiyle ilgili risk açıklamalarını yapan kişi ise Türkiye Obezite Araştırma Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Dilek Yazıcı.

Pandemi haricindeki normal şartlar altında yaşadığımız geçmiş dönemlerde bile obezitenin birey için risk teşkil ettiği ve pek çok hastalığın temelini oluşturduğu düşünülürse, içinde olduğumuz süreçte bu riski 3′ e 5′ e katlamaması olanaksız olurdu zaten.

Yani obezite gerçek bir tehlike!

Ben işin bilimsel kısmına ve ince detaylarına dalmadan, teknik açıklamalarını ise konunun bilirkişisi olan Prof. Dr. Dilek Yazıcı’ ya bırakarak, neden obezitenin son iki yıl içinde ölüm riskini arttıracak düzeye geldiği kısmına değinmek istiyorum.

Sözün özü, obezitenin sosyoekonomik, sosyokültürel ve bunların getirisi olan psikolojik düşüşlerin üzerinde durmak istiyorum ki bedeninde obezite hastalığına ev sahipliği yapmaya başlayan bireylerin bir süre sonra psikolojik olarak yıprandığı da gün gibi ortada.

Konunun buraya gelmesi içinse son iki yılımıza bakmak yeterli olacaktır sanırım! Zira, yaşamlarımızda her ne olduysa son iki yılda oldu! Yani pandeminin başlamasıyla.

Pandemi pek çoğumuzu farkında olmadığımız bir tembelliğe ve hazırcılığa sevk etti! Eve kapandığımız süreçlerin uzaması ile zaten spora meyilli olmayan halkımız büsbütün hareketsiz kalarak obezitenin alt yapısını oluşturmaya başladı.

Bu yetmezmiş gibi, kazançlarımız düştükçe, sanki ona inat edercesine rahatımıza olan düşkünlüğümüzün de artmasıyla birlikte “Kap getir! Al getir! Ye bitir!” tarzında olan ve evimizin önüne kadar getirilen hazır gıda tüketimlerimizin ivme kazanması da obezitenin önünü enikonu açtı.

Ve dürüst olalım! Yediğimiz oranda yağ yakmadık veya insan vücudu için daha sağlıklı olan tencere yemeği yapma eziyetine girmek istemedik!

Böylece şiştikçe şiştik…
Ve üzerimize eklenen her kiloda kendimize tutamayacağımız sözler vermekle yetindik; “Diyete başladım, başlayacağım!” diyerek.

Son iki yıl içinde tembelleşen ruhlarımızla birlikte bedenlerimiz de bundan payını aldı.

Genetik olarak veyahut başka hastalıklar sebebiyle ortaya çıkan obezite haricinde, bizlerin tamamen bilinçsizce tükettiğimiz besinler ve hata dolu yaşam koşullarımız sonucunda oluşan obezite için önlemlerimizi almamız gerektiği düşüncesindeyim.

Henüz yolun başındayken kendimiz için yolun sonunu daha sağlıklı getirebilmek bizim irademizde.

Toplum bazında bu yüzdenin artmasını istemiyorsak tek yapmamız gereken, bireysel olarak sağlıklı beslenme alışkanlıklarımıza geri dönmek, spor aktiviteleri yapmak ve dengeli bir yaşam sürmek. Yapacağımız bu gibi bireysel seçimlerimizle de çevremize örnek olmak hatta bireyleri bu yönde motive etmek.

Nitekim sağlık herşeyden önemli.

Esen kalın.

OY SANDIĞININ BAŞINDA NE DÜŞÜNMELİYİZ

OY SANDIĞININ BAŞINDA NE DÜŞÜNMELİYİZ

Tüm dünya genelinde, çok özel bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemde, toplum olarak birlik ve beraberlik içinde olmalıyız. Ama biz tam tersini yapıyoruz.

Her konuda, önyargılı ve kamplaşmaya özenen bir toplum haline geldik.

Cumhuriyet sevgisini ve Atatürk saygısını bile kutuplaşma haline getirdik.

Aynı dinin mensupları olmamıza rağmen, farklı mezhepleri bir barış masasında toplayamadık.

Çok çıkarcı bir toplum haline geldik. Ticarî hayatımızda, çok fırsatçı bir anlayışa kapıldık.

Mübarek ramazan aylarında yaptığımız fırsatcılığı, pandemi döneminde de insafsızca uyguladık.

Siyâset dahil, her alanda ülkemize fayda sağlayacak, projeleri tartışmayı unuttuk.

Siyâset kavga ve hakaret etme haline getirdik. Nefret ve itibarsızlaşma alanına çevirdik.

Halbuki, şöyle bir silkinip uyanmamış lazım. Emperyalist ülkelerin tüm dünyayı yeniden şekillendirdiğini göreceğiz.

Odak noktasının, Anadolumuz ve yakın komşularımız olduğunu anlayacağız.

Staretijik ortaklık konusunda, güçler arasında gidip geliyoruz.

2023 seçimlerinin, kendi hükümetimizi tercih etmekten ziyade, yabancı ortağımızın tercihi olacağını çok iyi biliyoruz.

Amerika’nın Millet İttifakını desteklediğini, çok iyi biliyoruz.

Cumhur İttifakınında, Rusya ile olan staretijik ve enerji ortaklığını görüyoruz.

Cumhur Ittifakının, İpek yolu ticaretine destek verdiğini anlıyoruz.

2023 seçimlerinde, sadece bizim iktidarımızı ve muhalefetimizi değil, yabancı ortaklıklarımızı da seçeceğiz.

O zaman oy sandığının başında, Amerika’nın, Avrupa Birliğinin, Rusya’nın ve Çin’in ülkemize karşı olan davranışlarını analiz edip, ona göre oy vermeliyiz.

GÜNÜN SÖZÜ

Yurdu savunmanın en ucuz yolu eğitimdir.

” Buckel

KATAR’A GİTME ŞANSI AZALDI

KATAR’A GİTME ŞANSI AZALDI

Bir kaç ay önce, Fransa, Hollanda ve Norveç galibiyetlerinden sonra, büyük hedefleri konuşuyorduk.

Ama son beş maçtan sonra, büyük bir çöküşün içine girdik.

Milli takıma çağrılmak için can atan futbolcuları büyük bir bıkkınlık içinde görüyoruz.

Bir maçı kazanmak için, önce kazanmayı çok istemek lazım. Üst seviyede, mücadele etmek lazım, diri olmak lazım, çabuk olmak lazım.

Toplu defans ile toplu hücumu birlikte becermek lazım.

En önemlisi galip duruma geçtikten sonra, bu avantajlı pozisyonu korumak lazım.

Kazanma alışkanlığını sürekli hale getirmek lazım. Oynadığımız pek çok maçta, açık ara önde olduğumuz halde, bu maçları galip bitirmeyi beceremiyoruz.

Son Norveç maçında, golü erken bulduk. Maça çok hızlı başladık ve ilk dakikalarda rakibimizi abondane etmeyi başardık.Ama sonunu getiremedik.

Oyunun insiyatifini, Norveç takımına kaptırdık. Oyun planımız yanlıştı. Çok uzun boylu ve fiziği güçlü rakibimize karşı, sürekli havadan oynadık.

Bana göre, Katar’da oynanacak Dünya kupasına katılma şansını kaybettik.

Son üç maçımızı kazansak bile, rakiplerimizin puan kaybetmesini, beklemek zorunda kaldık.

Milli futbolcularımızın, isteksizlik tükenmişlik içinde olduğunu hissediyoruz.

Maçları ve puanları, hep …. yarılarda ve maçın sonlarında kaybediyoruz.

(4-2) kazandığımız hollanda maçı on dakika daha uzasaydı o maçta dahi, puan kaybedebilirdik.

Doksan dakika hep birlikte, hem hücum hem defans olarak, mücadele etmeyi becermemeliyiz.

Günün Sözü

Başarının dört şartı

bilmek, istemek, cesaret

etmek ve susmaktır.

“AXEL MUNTHE”

YÜZLEŞME

YÜZLEŞME

 

En samimi yüzleşmedir insanın kendisiyle yaptığı.

 

En dürüst olduğu. En hakiki…En içten, en yalın..Yansız, yönsüz, hilesiz!

 

En azından ben öyle olması gerektiğini düşünüyorum. Öyle ya, bir insan kendine bile açık ve dürüst olamayacaksa başka kime olur ki?

 

Hepimizin dışarıya karşı bir parça oynadığı, hayatların sanal hesaplarda ve gözler önünde yaşandığı şu devirde en azından kendimize karşı sade, düz ve yalın olmamız gerektiğini düşünüyorum.

 

Bunu yapabilmek içinse elbette ki egolarımıza  pranga vurmayı öğrenmeliyiz. Malumunuz, yeryüzünde egosu tavan yapmış varlıklarız insanoğlu olarak. Hele ki bizim toplum! Ego konusunda lider olmaya aday! Hatta bazılarımız kendi dünyasında öylesine yoğun yaşıyor ki bu duyguyu, kendisiyle dürüstçe yüzleşmek şöyle dursun, gölgesine bile üstünlük sağlama ve şov yapma çabasında!

 

Buna rağmen ben insanın arada sırada da olsa kendisiyle yüzleşmesinden yanayım. Üstündeki ego pelerinini de bir yana bırakarak bunun yapılmasında fayda görüyorum.

 

Nedeni ise kişinin hayatın neresinde olduğunu net olarak görebilmesi, neleri başarıp nelerde yetersiz olduğunu anlayabilmesi için. Hatalarını, kusurlarını veya olumlu-olumsuz davranışlarının kendine eklediklerini veya kendinden eksilttiklerini görebilmesi için, sahip olduklarının veya olamadıklarının farkına varabilmesi için.

Kendi için, çevresi için ve toplum için ne kadar faydalı ya da faydasız bir insan olduğunu ölçebilmesi için.

 

Aslında bir nevi özeleştiri tadında olan ve benim ” yüzleşme” diye tabir ettiğim ve sadece kişiye özel bu mahkemenin kurulması gerektiği kanısındayım. Herkes ara ara şahsına münhasır olan bu mahkemeyi kurmalı ve kendini yargılamalı!

 

Zira insanın hayatın içinde geldiği nokta konusunda yine kendisine ayna olacak tek gerçeklik budur.

 

Yalansız, dolansız…

Sadece realitenin var olduğu bir öz hesaplaşma…

İrdeleme.

 

Bir insanın gerçekte taşıdığı ruhla ve sahip olduğu öz karakteriyle, takmış olduğu maskeler arasında sağlama yapma.

 

“Peki bunu sen yapıyor musun?” diyecek olursanız, saniye sektirmeden “Evet” cevabını veririm.

 

Evet, evet, evet…

 

Yapıyorum ve bunu yapabildiğim için, yani kendimle yüzleşme olgunluğunu gösterebildiğim için mutlu olduğumu söylemeliyim.

 

Sizlere de tavsiye ederim. Zira bir insanın kendini tanımasının, gidişatını görebilmesinin en verimli jimnastiğidir kendiyle yüzleşmek.

 

Esen kalın.

ESAS ARTIŞ ÜRETİCİ ENFLASYONUNDA

ESAS ARTIŞ ÜRETİCİ ENFLASYONUNDA

Eylül ayı enflasyon oranı 19,58 oldu.

Ağustos ayına göre bir miktar daha yükseldiğini gördük.

Kömür servis ve yurt ücretlerinde büyük artışlar meydana geldi.

Geçen ay olduğu gibi, gıda fiatlarındaki artışlarda yüksektir.

Ayakkabı ve giyim eşyası fiatları ise, bir miktar düştü.

Gıda fiatlarındaki artış, tüm toplumu ilgilendiriyor.

Bu konuda verilen mücadele, marketlere ceza kesilerek yapılmaz.

Kaynak noktalarında tedbir almak gerekir. Sebze ve meyve ihracatında ve kâr kırmak, iç piyasadaki fiatları, tırmandırır.

Bu günlerde yaşadığımız durum budur. Yapılacak iş, sebze ve meyve ihracatını sınırlamak ve iç piyasadaki mal miktarını arttırmaktır.

Tabi her aşamada denetim şarttır. Rahmetli Özal’ın felsefesini, hatırlamalıyız. Ekonomik suça ekonomik ceza uygulanmalıdır.

Tahıl ürünlerine haksız ve yüksek zam yapılırsa, bu ürünler ithal edilerek, stokçu esnaf ekonomik olarak, cezalandırılır.

Biz hep tüketici enflasyon oranına bakıyoruz. Bu oranda 19,58 dir.

Ama birde üretici enflasyonu vardır.

Eylül ayı üretici enflasyonu ise, 43,96 seviyesine çıkmıştır.Tüketici enflasyonu ile, üretici enflasyonu arasındaki makas, çok açılmıştır.

Bunun anlamı, büyük patronlar ve büyük esnaf, (43,96)lık zammı yapmış, bu zammın küçük esnaf ile marketlere akmasını beklemektedirler.

İşte hükümetin ve devletin, esas denetlemesi gereken nokta, bu yerlerdir.

İşte bu büyük patronlar, sağlık alanında, ekonomik konularda ve siyasi kulvarda, en küçük bir kriz ortamı görseler fiatları hemen yükselteceklerdir.

Eskiden ramazan fırsatçıları vardı, şimdi ise pandemi fırsatçıları iş başındadır.

Günün Sözü

Doğru bir adam Tanrının en soylu eseridir.

” A.Pope”

MİLLİ GÖRÜŞ VE OĞUZHAN ASİLTÜRK

MİLLİ GÖRÜŞ VE OĞUZHAN ASİLTÜRK

Milli görüş rahmetli Erbakan hocanın, siyasal sosyal ve ekonomik alanda varmak istediği bir hedefti. Tercihi, islam ülkeleri ile birlikteliktir. İsrail’e olan karşıtlıktır.

Ekonomik alandaki tercihi, islam ortak pazarıdır.

Ekonomideki en önemli özelliği, faize olan karşıtlıktır.

Bana göre en önemli projesi, kamu kurumlarının finansman sıkıntısını kaldırmak için önerilen, “para havuzudur” .

Bende, 1973-1975 yıllarında kurulan (MSP-CHP) koalisyonu sırasında, ve daha sonra kurulan Milliyetçi Cephe koalisyonlarının görev yaptığı dönemde, Azot Sanayi Genel Müdürlüğünde, görevliydim.

Oğuzhan Asiltürk ismini ilk kez, CHP-MSP koalisyonunun kuruluş aşamasında duymuştuk.

(MSP) den Oğuzhan Asiltürk ile (CHP) den

Deniz Baykal, bu ilginç koalisyonun kurucuları olmuştu.

Hükümet kurulmuş, Oğuzhan Asiltürk İç İşleri Bakanı, Deniz Baykal ise, Enerji Bakanı olmuştu.

Her ikisi de, 40 yaşın altında idiler.

Azot Sanayi Genel Müdürlüğü, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bağlıydı.

Bakan ise, Abdülkerim Doğru olmuştu.

Eski Azot Sanayinin Genel Müdürü, şimdi Sanayi ve Teknoloji Bakanı olmuştu.

(1970) li yılların en zor bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı idi.

Sağ ve sol çatışmalar çok ileri boyuttaydı ve yurt çapında grevler devreye girmişti.

Son günlerde, yaşlı ve hasta haliyle ekranlarda gördüğümüz Oğuzhan Asiltürk, (1970) li yılların en önemli siyasetcilerinden ve en etkili bakanlarından biriydi.

Deniz Baykal’da, talimatlara uymayan ATAŞ Rafinerisini, “Devletleştirme” ile tehdit etmişti.

O dönemde, her iki koalisyon ortağı da, kendi çizgisinde olmasa bile, işini düzgün yapan memurlara, dokunmamıştı.

Yekta Güngör Özden’in kardeşi olan rahmetli Yücel Özden, Azot Sanayii Genel Müdürlüğüne, atanmıştı.

Azot Sanayi Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bağlıydı.

Yani (MSP) ‘li Sanayi Teknoloji Bakanı, Sosyal Demokrat çizgide bir Genel Müdürü, atayabilmişti.

Bu vesile ile , Oğuzhan Asiltürk’e Allah’tan rahmet sevenlerine sabır diliyorum.

MEDYANIN GÜCÜ

MEDYANIN GÜCÜ

 

“…

Anlaşılamayan konu şu:

Medya sizin istediğinizi yazmak zorunda değil…Medya sizi yazmak zorunda da değil. Ne kadar kötü olursa olsun, unutmayın ki sesinizi duyurmak için sizin medyaya ihtiyacınız var, medyanın size değil.

Medya her zaman için dördüncü kuvvettir, öyle olmaya devam edecektir.” demiş köşe yazısında, Kuzeyin Sesi gazetesi yazarlarından Bülent Pınarbaşı.

 

Tadının damağımda kaldığı, ” keşke biraz daha uzatsaydı da içimin yağları tastamam eriseydi!” dediğim nefis bir yazıydı.

 

Bülent bey konuyu her ne kadar hem iktidarın hem de muhalefetin medyaya karşı “vur abalıya!” tarzındaki yaklaşımları için yazmış olsa da, ben bahsi geçen konu hakkında kendimce, bazı hayallerimi ve özlemlerimi dile getirmek için bana sunulan köşeyi işgal etmeye karar verdim!

 

Son yıllarda medyanın olması gerektiği gibi ve gerektiği şekilde özgür olmadığı herkesçe bilinen bir durum! Aklıselim, gözlem ve analiz yeteneği yüksek ve bu ülkede yaşayan her bireyin bunu inkar etmesi olanaksız.

 

Ben medyayı dikenli tarlaya benzetiyorum! Ve bu sektörde çalışan insanların ne tür zorluklarla karşılaştıklarına tanık olduğum için üzülüyorum.

 

Oysa…

 

Sayın Pınarbaşı’ nın köşe yazısında belirttiği gibi, medya dördüncü güçtür. Bir ülkedeki rotayı başlı başına ve salt kendi gücüyle değiştirmeye muktedir olan yadsınamaz bir sistemdir.

 

Kaldı ki sadece bizde değil, diğer ülke tarihlerine baktığımızda da nice hükümetlerin medya gücüyle yok olduğunu, eridiğini ve kamunun sesine kulak vermeyen yönetimlerinse çıkartmakta direndikleri veya toplumun sesine kulak vermeden, oldu – bittiye getirerek çıkarttıkları yasaların, konuyu medyanın ele almasıyla nasıl da bir anda “pat” diye çıkardıklarını veya değişikliğe gittiklerini gördük, okuduk.

 

Şu bilinmeli ki, medya demek halkın sesi demek, toplum vicdanı demek. Yani, bir ülkeyi ülke yapan ulusun sesi demek… Zaten bunun için medya 4. güçtür ya… Ve zaten bunun için medya hiçbir gücün kuklası olmamalı ya!

 

Hatırlayacak olursanız geçtiğimiz günlerde Amerika Başkanı ile İngiltere Başbakanı’ nın ortak verdikleri basın demecinde, demeç öncesinde gazetecilere tanınan soru sorma hakkının basın toplantısı esnasında birden ve gerekçesiz olarak sınırlandırılması medyayı ayağa kaldırmış ve Beyaz Saray birgün sonra özür mahiyetinde bülten yayınlamak zorunda kalmıştı.

 

Hâsılı; medyayı hafife alan halkın sesini hafife almış demektir. Medya bunun için özgürdür ve özgür kalmalıdır.

 

Esen kalın.

Dışarıdaki Dostları Özenle Seçmeliyiz

Dışarıdaki Dostları Özenle Seçmeliyiz

12 Eylül Askeri Darbe sonrasında, Avrupa Birliği yönetimi ilgimizi çekmişti.

Bu ülkelerdeki, demokrasi, insan hakları ve hukuk uygulamalarını dikkatle izliyorduk.

Bu arada, uzun ve kısa süreli

görevlerle , bir çok Avrupa ülkesine de, gidip geliyorduk.

Bu seyahatlerde, metro ile yapılan yolculuğu, uyumlu imar düzeni ve çevre temizliğini beğeniyorduk.

Darbe konseyi tarafından yönetilmek, (AB) tarafindan çok eleştiriliyordu. Demokrasi ile yakınlığımız, insan hakları  ve hukukun üstünlüğü konusundaki kararlarımız, dikkatle izleniyordu.

1954 yılı  sonrasında terörle mücadele dönemine girdik.

Ama (AB) ‘nin demokrasi ve insan hakları anlayışı ile, terörle mücadele mecburiyetimiz arasına, sıkışıp kaldık.

Üyeliğe zarar gelmesin diye, 40 yıl bu baskı altında Avrupa birliği kapısında bekletildik.

Sahada savaştığımız teröristlere, Almanya’nın, Fransa’nın, Hollanda’nın ve Yunanistan’nın sahip çıktığını ve destek verdiklerini, üzülerek gördük.

Kendimize şu soruyu sorduk. Avrupa Birliğinin amacı neydi. Bizi üyemi yapacaklardı, yoksa bizi bölmeyi mi planlıyorlardı, bir türlü anlayamamıştık.

Ama Yugoslavya ‘daki iç savaşı görünce (AB)’nin amacını o zaman anladık.

Yugoslavya’daki iç savaşa karışan, bu savaşı büyüten ve ülkenin parçalanmasına destek verenler, (AB) ülkeleriydi.

Yıllar geçtikçe, bizim içinde benzer bir senaryonun, gündemde olduğunu anladık. Türkiye’den kaçan teröristlere, bazı (AB) ülkelerinin ev sahipliği yaptığını görünce, bir bölme projesi ile karşı karşıya kaldığımızı anladık.

Öğretmeni, hemşireyi karayolları ve (DSİ) teknisyenlerini öldüren bir örgütle mücadele ederken, demokrasiye uyun insan haklarını ihlal etmeyin, uyarısı alıyorduk.Sonra üye olamazsınız tehditlerini duyuyorduk.

Biz, iktidarda olsakta, muhalefette olsakta birlik olmaktan vazgeçmeyelim.

Dünyanın en önemli coğrafyasında olmamızın, avantajını kullanalım.

Bu dönemde , bize yardım vadeden dostlarımızı seçerken, özenerek davranalım.

Çünkü bizim bu topraklardan başka bir vatanımız olmadığını, hiç unutmayalım.

GÜNÜN SÖZÜ

Görünüşe göre, karar ver.

“La Fontain”

JAPON FELSEFESİ

JAPON FELSEFESİ

 

 

Bugünlerde herkesin dilinde mutluluk ve mutsuzluk kavramları dolaşıyor.

 

Genele baktığımda ise pek çok insanın yaşadığı hayattan, içinde bulundukları koşullardan, sahip olduklarından ya da olamadıklarından dolayı mutsuz olduklarını görüyorum.

 

Bunun üzerine bahsi geçen konu hakkında kendimi eni konu sorguya çektim! Mutlu muyum yoksa mutsuz bir insan mıyım diye.

 

Yaptığım sorgulamanın sonucunu sizinle de paylaşmakta bir sakınca görmüyorum. Vardığım kanı şu ki, ben mutlu bir insanım.

 

Sanırım mutluluk, ne ile yetindiğinizle alakalı. Neyin ya da hangi konuların ruhunuzu beslediğiyle. Makul isteklerinizle…

 

Çünkü “mutsuzum” diye çığıran insanların hemen hepsinde şunu gözlemledim; mutluluk gibi soyut bir kavramı bir eşyaya, objeye veya başka bir kişiye bağlıyor ve ancak ona sahip olduklarında mutlu olabilecekleri düşüncesiyle kendilerini gerçek mutluluk hissinden yoksun bırakıyorlar.

 

Yani bu insanlar kendileri için sunulmuş olana değil, hep kendileri dışında olan ve ulaşamayacakları hedeflere odaklandıkları için mutsuzlar.

 

Ve bu hedef onları var oldukları gerçeklikten öylesine uzaklaştırmış ki, ellerinin altındaki hazineyi bile görmekten aciz kalmışlar. Yani sahip olduklarının kıymetini bilmekten.

 

Bunlar benim gözlem ve tespitlerim. Benimkiler dışında Japonların meşhur “Mutluluk Felsefesi” diye adlandırdığı 10 maddeye de şöyle bir göz atmak istedim.

 

Neden başka bir millet değil de Japonlar? Çünkü bana göre Japonlar, ırklar arasında en üretken, en çalışkan ve olaylar – durumlar karşısında en sakin kalabilen insan topluluğudur. Üstelik hiçbir koşul altında sahip oldukları sükuneti bozmadan, gülümseyebilen insanlardır.

 

Hani şu herkesin, hepimizin hatta son yıllarda pek çok ülke insanının diline pelesenk olan “AN’ da kal!, AN’ ı yaşa!” kelimeleri var ya, işte onların da kökeni Japonların Mutluluk Felsefesi’ ne aittir. Yani Zen Felsefesi.

 

Gülümseyen insanların ülkesi olan Japonya’ nın Zen Felsefesi maddelerini sizin için sıralıyorum;

 

1) AN’ ın güzelliğini fark et.

2) Her AN’ ı son AN’ınmış gibi yaşa.

3) İçine dön, duygularını serbest bırak

4) O AN her ne yapıyorsan ona odaklan.

5) Kusur dediğin şeylerin eşsizliğini fark et.

6) Beklentileri bir kenara bırak.

7) Merhametli ol.

8) Kendinle dost olmayı öğren.

9) Şefkat pratikleri yap.

10) Farklı şeyleri denemekten kaçınma.

 

Sizi bilmem ama, ben bu on maddelik öğretiyi çok sevdim ve belki de bireysel yaşantımda bunları yapıyor olduğum için mutluluğu buldum.

 

Kıssadan hisse; olanı olduğu gibi kabul ederek yaşamak ve Japonların dediği gibi AN’ ın güzelliğini fark edebilmek mutluluğa açılan kapının anahtarı.

 

Mutlu olun ve esen kalın.