Köşe Yazıları

BEDAVA CAN!

BEDAVA CAN!

Herşey pahalı bu ülkede. Sağlık pahalı, eğitim pahalı, gıdalar pahalı, tekstil ürünleri pahalı, teknoloji pahalı, benzin-mazot pahalı, doğalgaz, elektrik,su…Onlar da pahalı. Kısacası bu ülkede hayat çok pahalı.

Ucuz olan tek birşey var; aslında en paha biçilmez değerde olması gerekirken tek birşey sudan ucuz!
Hatta bedava!

İnsan canı, insan hayatı, insan…

Bartın’ daki maden ocağı patlaması ile bunu yeniden ve birkez daha hatırlıyoruz; üzülerek ve ah vah ederek…

Hayır efendim, vefat eden emekçilerimizin kaderi değildi bu şekilde ölmek. Alın yazıları da değildi!
Mukadderat, falan filan hiç değildi.
Ve hatta vakitleri tamam olduğu için de öbür dünyaya intikal etmiş falan da değiller!

Onca insanın ölümü bildiğiniz düpedüz, göz göre göre cinayettir aslında!

Bunun dışında yapılan herhangi bir tespite, söyleme, bakış açısına, fikre ne doğru ne de gerçekçi denebilir.

Yaşanan bu ölümler bile bile ladestir! Kimse kimseyi kandırmasın!

Bu ülke yıllardır belli aralıklarla aynı sahneye tanıklık ediyor maden ocaklarında. Yine yine ve yine…

Baştan aşağı ihmal sebebiyle oluşan ölümlerdir bunlar. Yani ne kader ne alın yazısı ne de “vadeleri dolmuş” cümlesinin hafifliği!

Sadece kazanmaya odaklı, kontrolsüz ve gelişigüzel işletilen maden ocaklarının yerin bilmem kaç metre altında ter dökenleri için oynadığı acı, sinsi ve vurdumduymaz bir oyundur bu!

Bu, ne doğal bir afet ne bir iş kazası ne de kaderin bir cilvesidir.

Hiçbiri değil.

Bu, bildiğiniz gerekli ve yeterli önlemlerin alınmaması ve adamsendeciliğin getirdiği ölümler dizinidir.

Başkaca söyleyeceklerim mi? Elbette var…Hem de bir dünya! Ama kime, kimlere…?

Neye yarar?

Bu durumda söyleyecek başka sözüm yok; ölenlere rahmet okumak ve yakınlarına sabır dilemekten başka.

İnsan canının değer bulduğu geleceğe olan inancınızı korumamız dileğimle,

Esen kalın.

BARTIN’DA KARA GÜN VE ŞİİRİM

BARTIN’DA KARA GÜN VE ŞİİRİM

Ülkemin kara kömür diyarı, Bartın’da yüreğimiz 42 emekçinin emeği ile, alın teriyle can yakan kaza ve yaşadığımız kayıplar, ateş düşen ocaklar, babasız kalan evlatlar, yitirilen umutlar, sönen ocaklar oldu. Bu gelişen, olayla ilgili bir hususta kendi görüşüm olarak, dünyada gelişmiş teknoloji çağında kadere bağlayarak olayın gelişimini, Emekçi, çalışan, gariban, Türk evlatlarının şehitlerine haksızlıktır. Bende bir Müslüman olarak kadere elbette inanır, iman ederim fakat böyle değildir. Allah’ın ezeli ilmini insanoğlunun kendi iradesiyle yapacakları şeyleri bilmesi önemi, tedbiri ve sonrası olan taktiridir, “ KADER”.

*

Tedbir konusunda birçok konusu belirsiz, liyakatsizlik, vurdum, duymazlık, denetimsiz ve aç gözlülük ahengiyle yapılan iş gücüne ve sonra buna alın yazısı demek ve suçu kadere yüklemek son derece yanlış kabul edilmez bir yaklaşımdır. Bartın’daki bu madenin denetlenme raporlarında yapılması istenenler kayıtlanmış denildiği halde acaba önlem alınmış mıdır? Alınmışsa umarım ihmal ve eksiklik boyutu şeffaf bir şekilde ortaya konulur ve milletimizle paylaşılır. Tüm emekçi şehit kardeşlerime, Allah’tan rahmet ve Yarılara şifalar, yakınlarına sabırlar dileyerek, Türk Milleti olarak başımız sağ olsun ve Rabbim bir daha böyle kara gün göstermesi. Milli Devlet, birlikte güçlü millet, tok karın, dik baş, gülen yüzlerle, esenlikler dilerim.

BARTIN’DA YÜREK YAKANLARIN YÜZ KARASI

Yüzler kara değil kömür karası

Helal kazançlı emeğin ekmek parası

Ateşi düştü 42 Ocaktadır, yarası

Batından yüreğimizi yakan yüz karası.

*

Kara haberi duyuldu ülkemin semalarından

Öncelik tedbir deseler hepsi meçhulden

Beylerin araç konvoyları diziyle gelen

Bartın’da yürekleri yakanların yüz karası.

*

Mahşere döndü almadı kömürü sokakları

Kuyu altında ölüm yukarda acıları

İsyan etsek mi yada yutsak mı olanları

Bartın da yürekleri yaktı sebepler karası.

*

Ay, yıldızları sönmüş ufukta gecesi

Yas bulutları sarmış kömürün karası

Milyonların yüreğini sardı ateş yarası

Ateş Bartın de, düştü ihmalin yüz karası.

*

Der Mehmet keşke tedbir alınsaydı

O zaman taktir, böyle, denilseydi

Bu kara bahtlara yakılmazdı ağıtı

Bartın da yürek yakanların yüz karası.

Y.T: 16.10.2022

Şair – Yazar- Karlı Dadaşı

Göç ve Gurbet…

Göç ve Gurbet…

Merhabalar sevgili arkadaşlar…

Bu hafta ilk defa sizlerleyim, ilk yazımda  memleket meselelerine yer vermek istedim. Seçtiğim Konu  “Memleketimizin, güzel vatanımın güzel insanlarının kanayan yarası” Gurbetçilik  ve göçetmek ve yurt dışına duyulan özenti konularına değinmek istiyorum .

Yıllardır Türk milleti olarak göç etmediğimiz ülke Türklerin olmadığı ülke kalmamıştır. Ayrıca fazlasıyla göçmen Kabul ettiğimizi herkes bilir. 1922- 1938 yılları arasında Yunanistandan 384.000 kişi zorunlu olarak göç etmiştir akabinde 1950-1952,1968-1979 yılları arasında ve 1989 da 100 binlerce Bulgaristan Türkü göç etmeye zorlanmıştır. Bunu Yugoslavya, Makedonya, Romanya, Kırgızistan, Kazakistan göçleri takip etmektedir. 1988 yılında Irak’ın Kuzeyinde yaşanan halepçe katliamından sonra 51000 ıraklı sığınmacı  yasal olarak göç etmiştir 467000’i  kaçarak ülkemize yerleşmiştir, Bosna Hersek ten 20000, kosovadan 17.000 ve son olarak da suriyeden 4 milyon suriyeli sığınmacı ülkemize göç etmiştir. Toplamda 1922 den günümüze 6,5 milyondan fazla göç gerçekleşmiştir.

Hani derler ya espirisini yaparak,dalga geçerek “avrupa bizi kıskanıyor “diye, fakat bilmezler ki uzaktan davulun sesi hoş gelir. Gerçekten de avrupa ibiza kıskanıyor. Çünkü; kimsenin himayesinde değiliz, kimsenin filini konuşmuyoruz, kimsenin bayrağına hizmet etmiyoruz kendi dilimiz ve bayrağımız var, milli bayramlarımız değerlerimiz var. Tabi ki ülke olarak ekonomik sıkıntılar yaşıyor olabiliriz, enflasyon canavarı gibi bir durumla uğraşıyor olabiliriz fakat bu kesinlikle ülkeyi terketmeye gerekçe olmamalıdır. Bazı arkadaşlar gurbete çıkmak için bahane olarak ülkemizi kötüleme eğiliminde Ben buna karşıyım. Ben de göçmenim hatta yakın zamanda yurt dışında 4ay kaldım üstelik çalıştım da. İnanın bana yaşam standartları bizim gibi değil, paranız olsa bile istediğiniz zaman istediğiniz yere gidemiyorsunuz,saat 18:00 oldu mu heryer kapalı, restaurantlar self servis ve tabağınızı çatalınızı kendiniz topluyorsunuz, çöpünüzü atıyorsunuz kimse size hizmet etmiyor sosyal hayat kısıtlı burada ki gibi heryer de park, bahçe, bank yok .  Adım başı market, eczane, kafe yok bu liste uzarda uzar.

Yurtdışında Türkleri sadece çalışkan oldukları için istiyorlar kimse size Kucak açmıyor yani iki sohbete, güzel bir yemeğe, sosyal yaşantıya bir ezan sesine hasret kalıyorsunuz. Bazı bölücü düşünceli şahıslar bu ülkede sınıf ayrımı var diyor ya kesinlikle katılmıyorum yeterince demokratik olduğunu düşünüyorum. Biz burada yabancılara kucak açıyoruz, yardım ediyoruz, dışlamıyoruz v.s. Onlar ise bize satış yapmak istemiyor yabancıyız diye. Irkçılık diz boyu, kölelik sisteminde çalışmak ve dayatma, aşılması mümkün olmayan kurallar diz boyu. Ben bu düşünceyi savunuyorum yaşayıp gördüğüm bizzat şahit olduğum için.

Herkes istediği gibi düşünüp istediği gibi yaşama hakkına sahip,hatta istediğiniz ülkeye de gidip yaşayabilirsiniz bunda sıkıntı yok. Sadece vatana,millete çamur atmadan yapın bunu çünkü dönüp dolaşıp geleceğiniz yer burası bunu bilin.

Saygılarımla.

KENDİMDEN KISA HİKAYE ÖMÜR, ÇİLE VE ŞİİRİM

KENDİMDEN KISA HİKAYE ÖMÜR, ÇİLE VE ŞİİRİM

Erzurum- Tortum- Karlı Köyünden çocuk yaşta, İstanbul’a uzanan çileli hayat yolu veya “gurbet” diyerek içimde bir ok gibi saplandığı hissi varlığını anılarımla hala yaşar gibiyim.  İnsanın doğup büyüdüğü, aile ocağının bulunduğu yerden uzak yerde olması 1972 yıllarda kendine yabancı bir şehirde çile içinde yaşam savaşı vererek hayata kalma mücadelesi veren sanırım sözlük anlamında gurbette çileliyi anlatmak en doğru ifadededir.

*

Ülkemizin yaşayan insanların yüzde altmış beşi bu yaşam içinde yaşıyor ve şartların getirdiği ülke gerçeğidir. Köylerin ya da daha doğru tabirle kırsalın, yerinde yerleşik olan nüfusunun en az beş katı kadarı kentlerde yerleşik durumdadır. İşte buradan yola çıkarak, gurbette çile sözcüğü daha bir anlam kazanmaktadır. Gurbette çilenin anlam kazanmış olduğu, birçok şiirler ve şarkı sözü ve makale vs. görmek mümkündür. Şahsımda yazdığım şiirlerimde, bir an kendimi içinde buldum diyebilirim.

*

Çileli gurbet yaşanmışlığın gerçeği, bazen her şey  yabancı, hayat öyle an olur ki acı içimde korkulu rüya gibi, çaldığın kapılar bazen kapalı ve yıllar geçer gider ve dersin, bu ne bitmez çileymiş, içimize bir ok gibi saplanmış, bu şehirde her şey, herkese yabancı olmuş diyerek bu hayatı bizim anımızda, acıları da acımız olmuş. Dertlenirsin, hayat mücadelesinden kimsenin sevmeye bile takati kalmamış, insanlar yabancı ve yapayalnız kalmışlar. Bakarsın çalacağın kapıların arkasında, buruk ve acılı hikâyeler karşımıza dikiliverir.

*

Çileli hayatın etkisi o kadar içimize işlemiş ki, doğduğumuz yerlere o kadar hasret kalmışız, bir şiirimde yazdığım, Yılar geçse de unutamam doğduğum köyümü, işin gerçeği çekilen çilelerin bitmeyişini düşünmek, vakti dolmadan ve nereye kadar uzanacağını bilmeden yaşamak bile ayrı bir çilede diyebilirim. Lafın özü, nereden bakarsak bakalım, ne yaparsak yapalım, nasıl yaşarsak yaşayalım, gurbet çilesi, bir özlemden başka bir şey değildir. Hiç düşündük mü acaba ömür dediğimiz nedir? En anlamlı tanımı vardır. “Ömür kundakla kefen arasına sıkışmış zamandır” olsa gerek.

*

Ömür Dediğimiz çekeceği düşünmüyorum. İnsan doğar ,büyür, anne ,baba olur ve yaşlanarak, bazen tatlı, bazen çileli yaşam öyküleri anlatılır. Bu anlatılanlar bir ömürsün çiçeklerden çevreye yayılan mis koku veya bal kadar değer taşır. Bu anlatılanlar kültürümüz, tarih, coğrafyamızın ana temelidir. Hepsi yaşanmış gerçek hikayelerimizdir. Ömürlerini yaşam hayatına ve ülkesine adamış, insanlar yorulmuşlar elden ayaktan düşünce Birçoğu hayatin yaşam içinde yakınlarını ve hayat arkadaşını kaybetmiş, çocukları yuvadan uçmuş, kanadı kırık kuşlar gibi çaresiz, yalnızdırlar. Gözleri görmez, kulakları duymaz, elleri ayakları tutmaz, Paraları, malları kadar bakılır, bittiğinde kaderleriyle baş başa bırakılarak. Kendilerince sözleri “Ah şu ömrüm ah derler.”

*

Hani bir söz vardır. Dünya etme bulma dünyası ve ne ekersek onu biçersin. Her canlı olduğu gibi kalmıyor. Biz de yaşlanacağız. Bizim çocuklarımız, bizim ne yaptıklarımızı bilmiyor, görmüyor mu sanıyoruz? Bir zamanlar yaşlılarımız, onlar bizim anamız babamızdı. Ulu bir çınar gibi onların gölgesinde barındık. Bizlere hayat tecrübelerini aktardılar, öğüt verdiler, bunalımdan çıkış yollarını gösterdiler, maddi manevi güç, cesaret, yaşama sevinci verdiler. Hiç bir şey olmasa hayır dualarını esirgemediler derler. Her ömür tükenecek, anlayana. Anlamayana diyecek laf yok ve sağlık, esenlik, saygı, sevgi, hoş görü içinde birlik gerek, kalıcı olan bu değerlerdir.

 

ÖMÜR EBEDİYETE GÖÇTÜĞÜN YERDİR

Doğarsın uyanırsın birde göçersin

Arasında geçen zamanı bilmezsin

Giydiğin kundak gibi kefenin

Ömür dediğin döğdüğün yerdir.

*

Bir anadan çıplak doğarsın

Etrafına toplanan sevinçli yakınların

Gün gelir yürüyerek emeklersin

Ömür dediğin yaşadığın yerdir.

*

Dünyada eziyet, çileliyi çekersin

Hayatı inişli, çıkışlı yürürsün

Bazen yaşlı, gençte göçersin

Ömür dediğin bittiği yerdir.

*

Azrail yakana yapışır gününde

Sarmalarlar on metrelik bezle

Ağlaşmalar yapılır fani bedenine

Ömür ebediyete göçtüğün yerdir.

*

Geldik ağladık, gittik ağlattık

İki beyaz arasında sıkışacaktık

Kabrin kazıldı kucağında toprak

Ömür ebediyete göçtüğün yerdir.

Y.T: 14.10.2022

Şair- Yazar- Karlı Dadaşı

Mehmet KANTAR.

Lojistik ve Stratejik Merkezlere Saldırılar

Lojistik ve Stratejik Merkezlere Saldırılar

 

Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş, iki tarafı da çökertti.  Bu arada Putin işgal ettiği 4 bölgede referanduma gidince, çoğumuz savaşın sahadan barış masasına doğru kayacağını, düşünmüştük.

Ama Kerç boğazındaki köprüye sabotaj yapılınca, durum değişti. Çünkü 19 kilometrelik bu köprü Rusya ile Kırım yarımadası arasında, bir can damarı gibiydi. 3.6 milyar dolara mal olmuştu.

Ve Putin tarafından, 2018 yılında açılmıştı. Köprüde patlatılan tır, savaşı sivil alanlara taşıdı. Putin tedarik zinciri görevi yapan bu köprünün patlatılmasına, misilleme yapmakta gecikmedi.

Başta Kiev olmak üzere, 13 Ukrayna şehrini, attığı füzelerle harabeye çevirdi. Hedefinde bu şehirlerin alt yapısı ve tedarik zincirleri vardı. Haberleşme merkezleri de, vurulan hedefler arasındaydı.

Bu sabotajlarla, savaşın uzamasını isteyen küresel güçler de, muradlarına ermiş oldular. Artık mücadele savaş alanlarından çıktı. Sivil alanlara kaydı. Küresel güçler, silah ve mühimmat göndermeye ve sabotaj ortamı yaratmaya, devam edeceklerdir.

Ukrayna başkanı, küresel güçlerin tuzağına düşmüştür. Küresel güçlerin projeleri tıkır tıkır işlemektedir. Köprünün bombalanmasına karşı, Putin’nin çok sert misilleme yapması, küresel güçleri memnun etmiştir.

Amaçları, Putin’i dünya kamuoyunda yıpratmaktadır. Harabeye dönen Ukrayna ise, tam olarak küresel güçlerin kontrolü altına, girmiştir. İncirlik üssünden kovduğumuz Amerika, Yunanistan sınırımızda, yeni 9 üs kurmuştur.

Amerika’nın amacı, Ege ve Kava denizini, kontrol altına almaktır. Ukrayna’ya gösterilen ilginin ve verilen desteğin, bir sebebi vardır.

—Günün Sözü—

Cömertlik fazla vermekten ziyade, yerinde ve zamanında vermek demektir.

“ La Bruyere”

 

 

Enflasyon mu? – Durgunluk mu?

Enflasyon mu? – Durgunluk mu?

Hangisi daha kötü?

Yıllık bazda 2022 Eylül ayı tüketici enflasyonu %83.43’e yükseldi. Yıllık bazda Eylül ayı üretici enflasyonu ise %151.50 oldu.

Tabloya baktığımızda her ay üretici ve tüketici enflasyonları arasındaki makasın daha da açıldığını görüyoruz.

Bunun anlamı piyasalarda zam beklentileri devam ediyor, demektir.

Yönetimin ücretlilere ve emeklilere yılbaşında zam yapacağını açıklaması, iş dünyası ve esnaf kesimini şimdiden yeni zam hazırlığına sokmuştur.

Yönetimin ücretliye, piyasanın da mal ve hizmetlere zam yapması, enflasyonu canlı tutmaktadır.

Ekonominin canlı olduğu bir ortamda, enflasyon kolay kolay düşmez.

Yönetim sıkı para politikasını ve ekonomiyi soğutucu tedbirleri uygulamıyor.

Piyasanın canlı kalmasını amaçlıyor. Mal ve hizmet üretimlerinde, durgunluk yaşanmasını istemiyor.

Çünkü hizmetlerde aksama olacağını ve mallarda yokluk başlayacağını biliyor.

1970’li yıllardaki krizin, yeniden gündeme gelmesini istemiyor.

1970’li yıllarda yaşanan petrol krizinden sonra akaryakıt, tüp gaz ve sana yağı yokluğu çekmiştik.

Amerika ise, enflasyonu düşürmek için faizleri yükseltmeyi tercih ediyor.

Ama ekonomi soğuyunca, küçülme oluyor.

2022 yılların sonunda, Amerikan ekonomisinde %1.6 oranında, küçülme olacağı hesap ediliyor.

Yönetimin hedefi, bu aşamada faizleri sabit tutmak, olmalıdır.

Ayrıca mal ve hizmet üreten piyasalarda, yaygın ve etkin denetimler, yapılmalıdır.

Çünkü ekonomik dengeleri tutturmak için sadece ekonomik kuralları uygulamak, yetmez.

Fırsatçıları ve stokçuları, kontrol altına almak lazımdır.

Yönetim tarafından uygulanan ekonomik model, yüksek üretime ve yüksek büyüme hızına endeksli, bir ekonomik programdır.

1970’li yıllarda yaşanan, yoksulluklardan ve karaborsadan, ders alınmıştır.

 

—-Günün sözü—-

Bilgiye yapılan yatırım, en yüksek kârı getirir.

“Benjamin Franklin”

 

ÇOĞUNLUK

ÇOĞUNLUK

Çoğunluk mutsuz.
Çoğunluk kaygılı.
Çoğunluk yaşadığı hayattan hoşnutsuz.
Çoğunluk endişeli.
Çoğunluk yaşama karşı isteksiz.
Çoğunluk şikayetçi.


“Çoğunluk” kelimesini “herkes” olarak yazmak gerektiğine inansam da yine de küçük bir açık kapı bırakmak adına bu şekilde yazmayı uygun gördüm.

Son dönemde konuştuğum, görüştüğüm herkes aynı duygular içinde. Mutsuzlar, hoşnutsuzlar ve psikolojik olarak da pek çok insan dengeden çıkmış durumda.

Bu insanların pek çoğunun sahip olduklarına şükretmek ve ellerindekinin değerini bilmek yerine daha fazlasını istedikleri için mutsuz, endişeli ve hatta depresif ya da elemli olduklarını düşünmek için sebeplerim gün geçtikçe çoğalıyor. Zira depresyon illetinin içinde boğulan bu kesimin öne sürdükleri sebep ya da sebepler ekonomik veya elle tutulur sebepler olmaktan çok öte.

Kaldı ki mutsuz olduklarını söyleyen bu insanların ne maddi olarak gün veya gelecek kaygıları var ne de istedikleri birşeye ulaşamama halleri var.

Üstelik bir insanı mutsuz etmeye yetecek olan şiddet, ölüm, hastalık gibi çok haklı sebepler de yok hayatlarında.
Buna rağmen yüzleri gülmeyen insan ordusuna dönüşünce durum, bu kez yüzümü genç ve yeni nesile çevirerek onların ruh hallerini araştırmaya koyuldum.

Öyle ya, yaşamdaki tek gaileleri okumak ve eğitim süreçlerini tamamlamak olan ergenlerin hayata dair ne zahmetleri ne sıkıntıları olabilir ki düşüncesiyle varlığından haberdar olduğum gençlere de bir umutla baktım.

Bakmaz olaydım!

Onların halleri yetişkinlerden de beter!

Hayat sorumluluğunu yüklenmiş olan yetişkin bireylerin zordan ve nadiren de olsa dillerinden dökülen “Eh buna da şükür” söylemleri gençlerin bırakın dillerini, zihinlerinden bile geçmez olmuş!

Bir dokun bin ah işit!
Bir söyle on dinle!

Sanırsınız ki dünyanın bütün yükü omuzlarına yüklenmiş ve onlar da bu yükün altında kalmışlar gibi.

Hayatlarının en güzel mevsimlerinde yol alıyorken, sanki bunun tam tersiymiş gibi davranmaları kendi gençliğimdeki azmi,kararlılığı,duyarlılığı, sebat etmeyi ve azla yetinmeyi hatırlattı bana.

Şimdiki bahsini geçirdiğim insanların herşeyin fazlasına sahipken daha az mutlu olmalarını günümüz koşullarındaki yaşam tarzı seçeneklerimizin çokluğuna ve çeşitliliğine bağlıyorum.

Önceki zamanlarda insanlar yetiniyordu çünkü yetinmelerini gerektiren koşullarda yaşıyorlardı.Şimdi ise herşeyin daha fazlası istenir oldu.

Herkes dikensiz gül bahçesinde gezinmenin telaşında! O bahçenin içinde olduklarını fark edemedikleri için de sürekli mutsuz, endişeli ve hatta pek çoğu isyankar ve depresif.

Bu anlamda olan olmayan herşeyi hayata ya da kadere bağlamak da bana pek mantıklı gelmiyor.

İnsanlarımızın psikolojisine günün günden iyi gelmediği kesin.

Yine de insanın en büyük motivasyon kaynağı kendisidir diyerek her duruma karşı pozitif olmak gerektiğini düşünüyorum.

Esen kalın.

Savaş Şartları Değişti

Savaş Şartları Değişti

Teknolojik çağın savaş biçimi de değişti.

Artık geçmişteki gibi er meydanları kalmadı.

Şimdi sabotajlar var.

Faili meçhul cinayetler var.

İftiralar ve ardından gelen tutuklamalar var.

Banka hesaplarına yatlarına ve mal varlıklarına el koymalar var.

Hedefe konulan ülkelerdeki görevli bakanlara ve bürokratlara kişisel ambargolar var.

Bu görevlilerin eşlerine ve çocuklarına maddi ve manevi baskılar var.

Birbiri ile zıtlaşan ülkeleri savaşa tutuşturmak var.

Bu ülkeleri uzun ve yaygın savaşlara itecek projeler var.

Ayrıca ortak oldukları ülkeleri bile krize sürükleme oyunları var.

Mesela Amerika ve Nato Ukrayna Rusya savaşının faturasını Almanya’ya çıkarmıştır.

Almanya’nın suçu yüksek ticaret hacmi ile Çin devletini ekonomik olarak güçlendirmesidir.

Ayrıca Avrupa birliği için özel ordu kurulmasını istemesidir.

Almanya’nın bu istekleri Amerika ve Nato’nın Avrupadan tasfiyesi anlamını taşımaktadır.

Amerika bu fırsatı kaçırmamış ve Almanya’yı enerji krizine itmiştir.

Bu savaşın önümüzdeki kış döneminde Almanya’ya nasıl bir ekonomik ve sosyal krize sokacağını hep birlikte göreceğiz.

Şimdi Amerika’nın hedefinde bir türlü itaat etmeyen Türkiye var.

Amerika’nın büyük bir merak ve sabırla 2023 seçimlerini beklediğini biliyoruz.

Cumhur ittifakının seçimleri kaybetmesi halinde bölgemizin yeniden dizayn edilmesi gündeme gelecektir.

Bunun anlamı Suriye’nin kuzeyindeki,  Ege denizindeki, Doğu akdenizdeki mevcut projelerimizin Amerikan çıkarlarına göre yeniden revize edilmesi demektir.

Günün Sözü

Akıllı olmak bir şey değil,

Önemli olan o aklı yerinde kullanılmasıdır.

“Descartes”

“ÜLKEMDE MERALAR HAYVANCILIK VE ŞİİRİM”

“ÜLKEMDE MERALAR HAYVANCILIK VE ŞİİRİM”

Geçmiş yıllarda ülkenin birçok merası özellikle köylerin alanında olması ve köyler tarafından alanlarını korur kollardılar ve sınırları belliydi. Son 10 yıl ülke genelinde birçok meralar siyasetin direktifiyle özel statülü alanlara dönüştürülmesi, köy yakınlarında olan meralar hayvanların otlak alanları yok edilmesi, maalesef kadastro adıyla şahıslara tahsis edilerek binalar yapılması, benzeri yerlere dönüştürülmesi, birçok hektar alan hayvan otlak alanlarından çıkarılmış olduğunu, konu hakkında yapılan araştırmalarda 6.milyon hektar meranın akıbeti de bilinmez olmasıdır.
*
Türkiye gibi bir tarım ve hayvancılık ülkesinde et ve süt fiyat sorunu yüksek oranda olmasıyla, Türkiye’nin mera varlığı da azalmış oluyor. Yapılan araştırmalarla 1970’te 22 milyona yakın hektar olan çayır ve mera alanları, 14. milyon hektara kadar düşmesi ve bu alanların da ancak 8.9 milyon hektarının sınırları beli. 6.milyon hektar meranın akıbeti ise bilinmiyor. Ülkemizde et ve sütteki fiyat sorunu sürerken Türkiye’nin mera varlığı da azalıyor ve hayvancılık ve tarımda dışa bağımlılığımız giderek yükselerek ürün fiyatları almış başını şaha kalkarak halkın alım gücü azalarak doğru beslenme sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor.
*
Hayvancılıkta ve Tarımda yetiştirici maliyetlerinin çoğaltılabilmesi konusunda öncelikle mera alanlarının korunması ve mevcut meraların ot kalitesinin artırılması gereğinin yapılmasında, iş uygulamaya geldiğinde ne yazık ki söylenilenlerin tersi yapılıyor. Et ve süt tarım ürünlerini fiyatlarındaki aşırı yükselişin nedenlerini çok uzaklarda aramaya gerek yok. Sorun yönetimdeki bu zihniyettin tarım ve hayvancılığa planlı ve liyakat ve bilimsel değerler üzerinden bakmayarak milli ve yerli üretime yönelmeyerek çeşitli bahanelerle makyaj tedbirlerle zaman geçirirler. Ülke gündeminde çeşitli tuhaflıklar, bahaneler, hayaller ülkesi yapmaya çalışırlar, aynı zamanda müjdeler memleketi olduk. Buna sebep olanlar siyasi iktidardır, Bu toplum hala farkında değil oyuyla siyasetin patronu olduğunu ve bir kesimi ise halen gaflet içindedir. Neyleyim neylerse, Mevla’m eyler, gerisi yalan eyler deniliyor. Sağlık, Esenlik içinde birlik gerek.

NE KAFİR, NEDE MÜSLÜMAN OLMUŞLAR
Alemden bakınca Müslüman haline
Ellerinde kuran harama kanarlar.
Çoğu kulaktan dolma bilgiyle
Ne kâfir nede Müslüman olmuşlar?
*
Geçici yarım hayal dünyada
Kibir, Fitne içinde günahla
Cehalet baş taçları olsa da
Ne kafir, Nede Müslüman olmuşlar?
*
Bu tarif Müslüman aleminde
İslam adıyla yobazlık önde
Kuran, Peygamber yolu diye
Ne kafir, Nede Müslüman olmuşlar?
*
Bakın Müslüman ülkeler durumuna
Alimi azdır, Cahillik yukarda
Madde uğruna gaflete daldıkça
Ne kafir , Nede Müslüman olmuşlar?
Y.T: 02.10.2022
Şair- Yazar Karlı Dadaşı
Mehmet KANTAR

Faiz İndirimleri Dövizi Tırmandırıyor

Faiz İndirimleri Dövizi Tırmandırıyor

Yaklaşık 50 yıl önce, Akademiden Ekonomi ve Maliye bölümünden mezun olmuştum.

O yıllarda da, 1973 petrol krizini yaşamıştık.

Kıbrıs barış harekatı nedeniyle yaygın bir ambargo altındaydık.

Petrol yoktu, döviz yoktu ve yedek parça da yoktu.

Bu sebeple üretimde yapamıyorduk.

Karaborsa ve tezgah altı satışları çoktu.

Gelelim son günlere.

Şimdi bir ambargo altında değiliz.

Ama, savaşın seyri nedeniyle her an bir enerji krizi ile karşı karşıya kalabiliriz.

Ayrıca çok ağır bir enflasyon yükü altındayız.

Tüm dünya ülkeleri, hepimiz enflasyonla mücadele içendeyiz.

Ama faiz kararı konusunda biz farklı tercihteyiz.

Diğer ülkeler küçük çapta da olsa faizleri arttırıyor.

Hedefleri ekonomiyi soğutmaktır.

Üretim ve yatırım maliyetlerini artırarak mala ve hizmete olan talebi azaltmaktır.

Ama bu tercihin bir riskinin de olduğunu biliyoruz.

Yatırımlar azalırsa işsizlik artacaktır.

Üretim azalırsa durgunluk olacaktır.

Mal kıtlığı olacak ve karaborsa hortlayacaktır.

Biz bu krizi (1970)’li yıllarda yaşamıştık.

Mevcut yönetim enflasyonu düşürmekten ziyade piyasayı canlı tutmayı amaçlıyor.

Sürekli faiz indirimi yaparak inşaat, imalat ve turizm sektörünü teşvik ediyor.

Bu arada enflasyondaki artışa göre, ücretlilere ve emeklilere zam yaparak hayat pahalılığını önlemeye çalışıyor.

Ama faiz indirimleri döviz hatlarını tırmandırıyor.

İş dünyası ve esnaf tabakası da dövizdeki artışı bahane ederek, fiyatları uçuruyorlar.

Mevcut yönetim piyasa denetimlerinde yetersiz kalınca ücretlilerin ve emeklilerin aldığı zamlar eriyip gidiyor.

Neticede, faizin hareketinden  en fazla ücretliler ve emekliler çürüyor.