Köşe Yazıları

COVID-19 Tedbirleri Temizlik Takıntısını Kalıcı Hale Getirebilir mi?

COVID-19 Tedbirleri Temizlik Takıntısını Kalıcı Hale Getirebilir mi?

Tüm dünyayı etkisi altına alan corona virüs salgını ile bir yılı aşkın süredir mücadelemiz devam ediyor. Kuşkusuz ki bu süreçte yaşanan maddi sıkıntılar ve fizyolojik rahatsızların yanında psikolojik olarak da hayli etkilendik ve yıprandık. Salgının başlarında belirsizliğin yarattığı kaygı ve hastalığın ölümcül etkilerinin yarattığı panik atak gibi psikolojik rahatsızlıklar üste düzeydeydi. Şimdilerde sürecin uzamasından ve yeni normale adapte olamamaktan kaynaklı depresyon belirtileri çoğunlukta kendini göstermeye başladı. Fakat salgın sürecinde farkında olmakta zorlandığımız ve sinsice ilerleyen halk dilinde takıntı olarak bilinen Obsesif Kompulsif Bozukluk biz uzmanları ileriye dönük olarak endişelendiren rahatsızların başında geliyor.

Obsesyon, kişinin saçma ya da mantıksız bulduğu ancak sürekli olarak zihnini meşgul eden düşünce ya da dürtüler olarak tanımlanmaktadır. Kompulsiyon ise obsesyonların neden olduğu kaygıyı azaltmaya yönelik tekrarlayıcı davranış ve zihinsel eylemlerden oluşmaktadır. Obsesif kompulsif bozuklukta bulaşma/hastalık obsesyonu ve temizlik kompulsiyonu, kuşku obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu, simetri ve düzen obsesyonu ve kompulsiyonu, cinsel obsesyonlar ve dinsel obsesyonlar bulunabilir. Örneğin; bir kafeye kahve içmeye gittiğinizde kahvenin servis edildiği bardaktan size ölümcül hastalık bulaşacağını düşünmeniz bir obsesyon, bu sebepten her kafeye gittiğinizde yanınıza kendi bardağınızı almanız ve kahveyi onunla içmeniz ize bir kompulsiyondur. Tabii ki de hijyenik, düzenli, tertipli olmak her zaman için sizleri takıntılı kişi yapmaz. Günlük hayatımızda hijyen tedbirlerini yerine getirmek çok doğal ve gerekli. Fakat bu durum günlük hayatımızı etkiliyor ve sürekli tekrar ediyor, yaşamımızı kısıtlıyor ve zorlaştırıyorsa burada bir sorun var diyebilirdik. Diyebilirdik diyorum çünkü şimdilerde bunun ayrımını yapmak oldukça zorlaştı. Çünkü yaşanan salgın sürecinde en güçlü silahlarımızdan biri hijyen tedbirlerini yerine getirmek…

Salgının başından beri uzmanların tüm söylediği temasta bulunduktan sonra mutlaka el hijyenini sağlamak, marketten alınan ürünlerin ambalajlarını temizlemek, dışarıdan geldiğimizde kıyafetlerimizi havalandırmak ya da yıkamak, sarılmamak, tokalaşmamak, mesafeyi korumak ve maske takmak gibi aslında bizlerin daha önce aşırıya kaçan davranış olarak gördüğümüz şeyleri yapmayı içeriyor. Hal böyle olunca normallerimiz iyice değişmiş oldu. Bu süreçte önemli olan şey tüm bu tedbirleri uygularken bunları yeterli seviyede yapmak ve alınan bu tedbirleri yaşadığımız salgın sürecine bağlı olarak geliştiğinin bilincinde olmaktır. Örneğin marketten aldığınız ürünleri silip dolaba yerleştirdikten sonra aradan bir süre geçince tekrar silme ihtiyacı duymak, hiç dışarısı ile temas etmemenize rağmen evde olduğunuz süre boyunca sürekli ellerinizi yıkama ihtiyacı duymak tedbirleri aşırıya kaçırdığınız ve ilerisi için OKB riski taşıdığınız anlamına gelebilir. Yakını veya çevresinde bu hastalığa yakalanan birilerinin olması, corona virüsü için belirlenen risk gurupları içinde yer almak takıntılı olma ihtimalini arttırır. Kaygı ve strese karşı toleransı düşük kişiler, çok kalabalık ortamlarda çalışma zorunluluğu, çevresinin kendisi kadar özenli davranmadığını düşünenlerde kaygılı ve takıntılı hal daha sık oluşabilir. Çevreye dair kontrolü sağlayamadığını düşünme, ileriye dair belirsizlik ve çok sık salgına dair bilgi bombardımanına maruz kalmak diğer risk faktörleridir.

Şu an işinde bulunduğumuz durum bilim insanları için bile tam olarak öngörülemeyen bir süreç. Dolayısıyla hastalığın bulaşması konusunda duyduğunuz kaygı ve tedbir alma ihtiyacı çok olağan. Kaygı zaten belirli bir düzeyde olduğu sürece bizi tehlikelerden koruyan işlevsel bir duygudur. Önemli olan tüm bu tedbirleri yeterli seviyede uygulamak ve günlük hayatımızın işlevselliğini bozamamasını sağlamaya çalışmaktır. Alınan hijyen tedbirlerinin bizleri corona virüs salgınından korumaya yönelik olduğunu unutmadan ve uzmanların bizlere söylediği seviyelerde “yeterli düzeyde” uygulamak, salgının etkileri hafiflediğinde OKB (Obsesif Kompulsif Bozukluk) riskini azaltacaktır.

Sağlıkla kalın.

 

                                                           

ANDIMIZ TÜRK MİLLETİNİN KİMLİĞİDİR VE ŞİİR’İM

ANDIMIZ TÜRK MİLLETİNİN KİMLİĞİDİR VE ŞİİR’İM

Türk’üm, doğruyum, çalışkanım, İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülkümü, yükseltmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk’üm diyene denilmesinde acaba sorarım ülkemdeki gerçek sorunları unutturmak için oyun algıları Andımız üzerinden unutturulmak mı isteniyor.?
*
Andımız, Atatürk döneminde 10 Mayıs 1933 tarihinden itibaren uygulamaya konuldu. 1972 ve 1997 yıllarında sözlerinde bazı değişiklikler yapıldı. Yukarıda ’ki sözler 1997 yılına aittir. Her sabah öğrencilerimiz, gür bir sesle söyledikleri Andımızla birlikte derslerine başlar ve Türk kimliğinin mükemmel bir özeti olan bu sözleri her gün hatırlanması kimleri rahatsız eder.
*
Danıştay’ın önceki gün aldığı kararla birlikte bundan sonra okullarda Andımız okutulmayacak ve sonraki nesillerimiz bundan mahrum kalacak kararı acaba bu konudaki tek suçlunun Danıştay mı! süreci başından itibaren bakıldığında, Danıştay’ın, sadece verilmiş kararı onadığını görürüz. Andımızın kaldırılmasının başlangıcı 2012 yılında gündeme getiren, AKP hükumetinin kararıyla önce ortaokullarda kaldırılmıştır. Dönemin Başbakanı olan Erdoğan 30 Eylül 2013 tarihinde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir. İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasını kaldırıyoruz. Geçen yıl ortaokullarda bu uygulamayı kaldırmıştır. Şimdi de ilkokullarda kaldırıyoruz. Yani Andımız uygulamasını kaldıran AKP iktidarı ve Başbakan Erdoğan’dır
*
Andımızın kaldırılması 2013 yılı Demokratikleşme Paketi içinde yer almış ve aynı paket içinde kamuda türban serbest maddesi de vardır. Bir serbestlik pakette getirilirken, kurnazca kimliğimizin ifadesi olan Andımız kaldırılmıştır. Gerçekten altını çizerek vicdanınıza sorun söyler misiniz Andımızın sözlerinde rahatsız edici hangi cümle ya da kelime var? Bu rahatsızlık “Türklük” vurgusundan kaynaklanıyorsa, Bu ülkenin isminin Türkiye olduğunu bilelim. İçinde yaşadığımız Türkiye, bizlere Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının binlerce bu vatana canlarını feda eden şehitlerimiz emanet bıraktığı bir ülkedir. “Türk” kelimesi etnik anlamda hiç değil, millet anlamında kullanılmıştır. Atatürk Lozan’da Türk milleti tanımını bu ülkede yaşayan, Müslüman olan herkes olarak yapmıştır. Gayrimüslimler ise azınlık olarak tanımlanmıştır.
*
Andımız yasağı; 8 Ekim 2013 tarihli ve 28789 sayılı Resmi Gazete ‘de yayınlanarak yürürlüğe giren “Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in 1. maddesi” ile uygulanmaya başlanmıştır. Yani Başbakan ilan etmiştir, Milli Eğitim Bakanlığı ise yürürlüğe sokmuştur. Daha sonraki süreçte sözde hak arayan ve rahatsız olan Türk Eğitim Sendikası yürütmenin durdurulması için Danıştay’a dava açıyor ve iptal davası 24 Nisan 2018 tarihinde Danıştay 8. Dairesi tarafından karara bağlanıyor. Yani Danıştay yürütmeyi durduruyor.
*
O günden sonra Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda birçok kez değişiklikler yapılıyor, kurul durmadan değişiyor. Adeta Danıştay 8. Dairesi’nin iptal kararını bozacak üyeler aranıyor. Sonuç olarak önceki gün AKP hükumetinin Andımızı kaldırmasını iptal eden Danıştay 8. Dairesi’nin kararı bozuluyor ve Andımız kaldırılıyor. İttifak ortağı olan MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise tepkisini Danıştay’a gösteriyor. Halbuki asıl tepkiyi, desteklerini esirgemediği ortağına göstermesi gerekiyor.

*
Bu millet Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle , Alevisi, Sunnisi , şafisiyle unvanını almış bir millet. Türküm diyen herkes bu unvanı almış şerefli bir vatandaş olarak yaşarken bizi bundan uzaklaştırmak isterler anlamak istemezler anlamazlar ve bu kimlik bizi bir arada tutan kimliktir. Türklük Atatürk’ün de anlatımıyla bir üst kimlikti, bir inanç birliğiydi, bir hedef, bir görüş birliğiydi, bir zihniyet birliğiydi. Bu birlik bizi bir mayada, bir arada tutan yegane unsur ve Türk milleti olarak kimliğimizi haykıran Andımızı tekrar istiyoruz, Laf kalabalığına gerek yok. Bu kadar…?
YETER’Kİ VATAN VAR OLSUN
Bir canım varsa Allah’ım için
Bu ömrüm yeterse vatanım için
Kanım akarsa aksın bayrağım için
Canım feda olsun yeter’ ki vatan var olsun.
*
Gitmek çözüm olsa şimdi gideyim
Toprak millet uğruna canım vereyim
Elimde silahım imanımla şehit olayım
Canım feda olsun yeter ki vatan var olsun.
*
Verilmiş sözüm var dilimde benim
Birde Allah’a can borcum benim
Şahadet arzum var içimde benim
Can feda olsun yeter ki vatan var olsun.
*
Yıktırmam dedim asla vatanımı ben
İndirtmem gökten bu bayrağımı ben
Bu kutsal varlığımı çiğnetemem ben
Canım feda olsun yeter ki vatan var olsun.
*
Varsın sen nesin desinler bana
Akıl veren bilmişler söylerler hala
Bir kurşunluk canım olsa da feda
Canım feda olsan yeter ki vatan var olsun.
Y.T: 09/ 03/ 2014

AB Yerine Akdeniz Birliği

AB Yerine Akdeniz Birliği

Son yılların devlet sayısı olarak artan ama etkinlik olarak zayıflayan bir Avrupa birliğini görüyoruz.

Aslında savunma gücü olmayan ve enerjide dışa bağımlı olan kalabalık ve hantal bir birliktelikle karşı karşıyayız.

Denizden petrol çıkaran İngiltere AB’den koptu.

Petrol zengini olan Norveç ise AB’ye hiç sıcak bakmadı.

Savunma gücü olmayan bir AB,  Amerika’nın rotasına girdi.

Demokratik olmakkla övünen AB, hep PKK ve benzeri bölücülere sahip çıktı.

Irkçılığı katliam boyutlarına ulaştıracak ölçüde özendirdi.

Kısacası 26 ortaklı hantal Avrupa Birliği küresel politikalarda kendisinden bekleneni veremedi.

Bir bakıma Amerika’ya bağımlı bir hale geldi.

Rumların gazına gelerek Türkiye’ye yaptırım uygulamaya kalktı.

Ama yaptırım kararının sonuçlarından korktu.

Ve hayata geçiremedi.

Amerika bu hantal yapıdan fırsat bulup bir anda AB’ye süpriz ortak oldu.

Girit ve Yunanistan’a üs kurdu.

Bundan böyle Avrupa birliği müstakil bir ortaklık olamaz.

Nitekim AB’nin geleceğini iyi analiz eden İngiltere bir fırsatını bulmuş ve üyelikten ayrılmıştır.

Artık Türkiye’nin AB tam üyeliğini zorlama gibi bir ihtiyacı kalmamıştır.

Aslında Avrupa’nın yeni birliği Akdeniz Birliği olmalıdır.

Kuzey Afrika ülkelerini de içine alacak bu birlik ırkçılığı barındırmaz.

Farklı dinlerden ülkelerde Akdeniz Birliğinde olacağından din düşmanlığı olmaz.

Irkçılığın düşmanlığının ve yabancı düşmanlığının en yoğun olduğu Almanya, Avusturya, İsviçre ve Hollanda Akdeniz birliğinde yer alamaz.

Akdeniz birliği küresel politikalarda kendiniz ezdirmez.

Savunma ve enerji konusunda da AB’ye göre daha güçlü ortaklara sahip olacaktır.

 

Günün sözü,

Hangi limana yelken açtığını bilmeyen tekneye,

Hiç bir rüzgar yaramaz.

“montaine”

 

HEM İSTİYORUM – HEM İSTEMİYORUM!

HEM İSTİYORUM – HEM İSTEMİYORUM!

“Neyi?” dediğinizi duyar gibiyim.

Yaz mevsiminin gelmesini…

İstiyorum, çünkü pandemi ile birleşen ikinci kış mevsimi sonunda hepimizin nefes almaya çok ihtiyacı var. İstemiyorum, çünkü biliyorum ki geçen yazı andıran manzaralarla karşılaşacağız yine bu yıl da!
Hatırlayın lütfen; tarafımdan bolca kaleme alınmış ve çokça eleştiri yaptığım konuların başında; neredeyse dip dibe yatılan plajlar, hınca hınç dolu piknik alanları ve mesire yerleri, tıklım tıklım dolup taşan kafeler, restoranlar, vs. vardı.
Evet maalesef 2020 yazında bu görüntüler sıkça rastladığımız görüntülerdi.

Yeni dünya düzeninde bu tarz aktiviteler olmasın demiyorum. Yanlış anlamayın! Hatta olmalı, hem nefes almamız için hem de iyice zora düşmüş esnaflarımızın yüzlerinin en azından bir parça gülebilmesi için.

Zira ekonomide işlerin hiç de iyi gitmediğini, hele pandemiden sonra iyice dar boğaza girildiğini hepimiz de biliyoruz. Bunu anlamak için karanlıkta kibrit yakmaya gerek yok. Nitekim her şey gün ışığı gibi apaydınlık.

Fakat bir yandan da pandemiden dolayı vefat haberlerinin geçen yıla oranla yükselişe geçmesi ve üstelik sürekli ve hızla mutasyona uğrayarak akışına devam etmesi beni büsbütün düşündürüyor doğrusu!

Gel gelelim, şayet bu yaz da tıpkı geçen yaz olduğu gibi dikkatsiz ve tedbirsiz davranır ve virüsün gücünü arttırdığı zaman diliminden geçerken, 2021 sonbaharını düşünmek bile istemiyorum!

Yoksa bunların tamamı benim hüsnü kuruntum mu?

Ne dersiniz?

Tedbirli yaşamaya devam etmeniz dileğimle.

Esen kalın.

BU PLAN TEHLİKESİNİ BİRLİKTE DURDURUN VE ŞİİR’İM

BU PLAN TEHLİKESİNİ BİRLİKTE DURDURUN VE ŞİİR’İM

Bugünlerde Türkiye’m öyle bir zamandan geçiyor ’ki sanki sırat köprüsü, içten farklı aykırı sesler, terör örgütü siyasi kanadının faaliyetleri ve yunan sınır bölgemizde ABD ve AB askeri yığınaklar, tatbikatlar, senaryolar, birde Papanın, Irak ziyareti, bu ziyaretlerde Kuran ve Hz. Peygamberimizin yolunda aykırı tavırlarda olan ve İslam adı altında görünen sözde zatlarla, Papanın görüşmeleri Irak’ın kuzey bölgesinde, Barzani ve Talabani, PKK terör grupları olması ve siyaseten bölge, Barzani hakimiyetinde olması ve Papa için özel haritalı pul basarak, Türkiye topraklarının bir kısmı haritanın içinde olması tesadüf olmaz; Her yapılanlar planlı bir projeler dahilinde olup; “BOP ün” ikinci hatta son ayağını devreye sokarak faaliyetteler ve Haçlı kuşatma hareketi de denile bilir.

Şimdi sormak gerek başta bu güzel ülkemi 20 Yıldır; yöneten iktidara; bu tehlikelerin farkındasınız görüyorsunuz, Neden iç kargaşalar üreterek algılarla ülke içindeki güç birliğimizi zayıf tutarsınız! Tüm muhalefet partileri ve başta ana muhalefet partisi bu gelişmeleri görerek; Neden yapıcı bir muhalefet olamıyorsunuz, tehlikeler kapımızda, içimizde gelişiyor ve siz açıktan PKK ve benzeri terör örgütlerinin siyasi uzantılarına karşı cılız sesle kalırsınız ve bu ülke üzerinde her tehlikeyi bildiğiniz halde sessiz kalmanız “oy” ve koltuk kaybetme kaygılarınız mı! Sebeptir.

Ülkemde tüm yetkililer TV ekranlarında konuşmaları bırakın Türkiye işgal çemberinde ona bakın, öylesine rahat ,vurdumduymazlık içinde olmanızı ileride tarih bu suskunluğunuzun altında yatan sebebi mutlaka yazacaktır, bugün ben bir yurttaşım farkındayım haykırıyorum, sizler susmakla bu ülkeyi zora sokuyorsunuz farkındasınız! En büyük tehlikeye dikkat! Türk Milletinin, bu coğrafyada bulunduğu süre içinde karşılaştığı büyük tehditler hep yaşadı, fakat bugünün tehditi en tehlikelisi, Suriyelilerin ülkemize göç ettirilmesi diğer göçlerdir. Çok sinsi ve kirli bir oyunlar! Mülteci- Muhacir- Ensar dümeniyle, birçoğu inanç bazından bakıldığında Müslüman asıllı olamayan, Suriyeliler kalıcı olarak Türkiye’ye yerleştirilmişlerdir.

Bunun adı bir projeli işgal hareketidir. Gelecekte bu ülkede ikiz Yasaları ileri sürerek, ”Ekonomik, Sosyal, Siyasi ve Kültürel” haklar için Birleşmiş Milletlere müracaat ederlerse neler olacaktır. Kısacası, devlet içinde devlet olup kendi kaderlerini kendileri tayin etmeleri olmaz mı! İsrail’in güvenliği için, Irak, Suriye’yi parçalayacak olan Arap Baharı Projesi’nin ilk toplantısı, İstanbul’da yapılmadı mı? Suriyeli insanların topraklarını ne maksatla bombalar yağdırıldı ve Türkiye’ye bu göçü yaptırdılar! Maksat gayet acık, Suriyelileri, Türkiye’ye göçe etmeleri için usulen bombaladılar mı!

Niçin göçe zorlandılar? Suriyelilerden boşalan topraklarda bir PKK devleti kurmak için olmasın. Suriyelilerin Türkiye’de kalmasını kabul edip, fiilen, siyaseten ve malen destekleyenler her kim olurlarsa olsunlar, Amerika ve İsrail’in, Suriye’nin kuzey bölgesinde PKK devletinin kurulması politikasına destek veren olmuş olur! Suriyeli mülteciler konusunu muhalefet partiler her gün birkaç kere iktidar partisine konuşacaksınız. Konuşmadığınız sürece bu milletin % 95 nin sesi olamazsınız.

Suriyeli Sığınmacıların dönmesini kimler, neden istemiyor? Suriyeli Sığınmacılara bu zamana kadar Türkiye kaç milyar Dolar harcadı? Suriyeli Sığınmacılar geldiklerinden beri hangi kirli işlere karıştılar ve hangi tehditleri oluşturmaktadırlar? Çok yüksek doğurganlık hızına bakın (5.6) çocuğa sahip olan Suriyelilere niçin 3 çocuktan sonra parasal yardım yapılıyor? Daha çok çoğalsınlar diye bu bir teşvik olmuyor mu?

Ülke bir han olursa, Suriye, Afganistan, İran ve Irak’tan benzeri ülkelerden vatanımıza yapılan ardı arkası kesilmeyen kitlesel göçler, tehlikeli olup, Türk milletini yakın bir gelecekte, terör- Gasp- İç kargaşa- İsyan- Toprak talebi- Siyasal, ekonomik ve kültürel haklar isteme gibi çok büyük tehlikelerle karşı karşıya getirmez mi ! Bu göçlerle sanki birileri içimize, ileride Türk milletine karşı kullanacağı TRUVA ATLARI gibi saklamaz mi!

Bu ülkeyi yöneten iktidar mensupları muhalefet partileri resmi üst düzey kurum yetkilileri bu gelişen tehlikeleri bildikleri halde neden ülkenin içinde güç birliğimizi zayıflatarak gelişen tehlikeleri umursamazlar anlamakta zorlanıyorum, Mülteci adı altında gelen Suriyelilerin ülkemizdeki faaliyetleri kontrolü ne kadar takıp ediliyor? Gelecek içinde, Türkiye’nin millî, kültürel, ekonomik, siyasal, politik, sosyolojik, güvenlik ve jeopolitik yapısını değiştirecek kadar büyük bir tehdit oluşturduklarını yöneticilerimiz ve siyasiler bilmiyorlar mı ! Bu nedenle, milyonlarca mültecinin yurdumuza akın etmesi, Türk Devletini tehlikeye sokmaz mı ! Türk milletine yapılacak bir operasyon olmaz mı! Adamlar vergi vermedikleri gibi; İstedikleri üniversitelerde okumakta, Devletten her türlü desteği almakta, Canları çektiğinde ise bizim insanımızı ülkenin Sokaklarında gasplar ve benzeri kirli işler yaparak, Neden görülmez?

Orta Doğu ve birçok Asya ülkesinden gelen yabancı sayısı 7 Milyona yaklaşmıştır (9 Milyon diyen de var) Gelen bu 7 milyon yabancı, Türkiye nüfusunun %8.5’i kadardır ki! Bu çok korkunç rakamdır.7 milyon, 16 Avrupa ülkesinin nüfusundan daha fazladır. Türkiye, kavimler göçüne maruz bırakılmıştır ve Türk milleti Anadolu’da azınlığa düşme durumuyla yüz yüzedir. Niçin susuyorsun iktidar ana muhalefet ve muhalefet parti başkan ve yöneticileri, Neden her gün bu konuyu iktidara konuşmuyorsunuz. Yoksa hepiniz de bu konuda susmakla mı görevlisiniz? Bu yanlış gidişatın tüm sorunlar sizlerin üzerinde gelin yanlışlığa dur deyin, ülke geleceği için birlikte tehlikeyi şimdiden önleyin… Saygı ve Sevgilerimle sağlıklı olalım, sağlıklı düşünelim…

YİNE BU GÜNDE
Sevdası olan çıksın meydana
Dertlerini döksün bu günde.
Sesini yükseltsin arşı alaya
Haklıysa söyle çıksın bu günde.
*
Sözler söylenir aslı olmayan
Meydan boştur çıkarır avazı
İçinde vardır nefretin yarası
Zehir’i döker döker bu günde.
*
Ekranlara bakın lafları çoktur
Doğrular anlatılmaz güven yoktur
Kariyeri yüksek attığı oktur
Anlatır nefreti yine bu günde.
*
Mehmet der yıllarca seyrettim
Karalar bağladım şansıma küstüm
Yediğim içtiğim zehirdi kustum
Rüzgârlı yağmuru gelsin bu günde.
Y.T:01.06.2020

SAKLI DUYGULARI ORTAYA ÇIKARMA ZAMANI “SANAT VE ÇOCUK”

SAKLI DUYGULARI ORTAYA ÇIKARMA ZAMANI “SANAT VE ÇOCUK”

Pek çok ebeveyn çocuğunun özgüvenli, başarılı, kendi ayakları üstünde durabilen, takdir gören, pratik düşünebilen birer birey olarak yetişmesini istiyor. Fakat bunun sadece akademik becerilerine bağlı olduğunu düşünenler çoğunlukta… Çocukların kendilerini keşfetmelerine ve her açıdan onları geliştirmeye katkı sağlayan sanatsal aktiviteler, anne–babalar tarafından okul başarısını zedeleyen, keyfi ve çoğunlukla geçici bir hevese bağlı aktivite olarak görülüyor. Yapılan araştırmalara göre erken yıllardan başlayarak ritim tutulan müzikler ve söylenen şarkıların beyinde dil, soyut düşünce ve matematikten sorumlu alanlardaki nöronlar arasındaki bağlantıları güçlendirdiği görülüyor. Yani sanatsal aktiviteler aslında akademik gelişimi baltalamıyor aksine destekliyor. Fakat tüm bu gelişmelere rağmen bazı ebeveynler çocuklarını akademik anlamda geliştirmeye çalışırken aslında bir tarafı hep eksik bırakıyor; ” SANAT”

Bir çocuğun, bilişsel, dil, psikomotor, sosyal ve duygusal gelişimi açısından sanatsal çalışmalara ihtiyacı vardır. Ayrıca sanat çocuğun kendini ifade etme şekli, iletişim aracıdır. Bir de çocuk erken yaşta sanatla tanıştıysa işte o zaman çocuk gelişimindeki en güzel adımlardan biri atılmış demektir. Bilimsel olarak, özellikle 0-6 yaş grubu çocuklar, dünyanın en iyi öğrencileridir. Hatta onlar dünya şampiyonu! Çocuklar ne zaman nerede olursa olsun öğrenmeyi bir türlü bırakmıyor! Ve sanat dünyanın en iyi öğrencileri olan çocuklara kendilerini sınırsızca geliştirebilmeleri için en uygun ve yaratıcı ortamı sağlıyor.

Çocukların üretkenliklerinin ve becerilerinin geliştiği okul öncesi döneminde onların ruhsal açıdan doyuma ulaşmaları ve varsa eğer meyilli oldukları sanat dalları ile meşgul olmaları zihinsel açıdan da sağlıklı gelişim geçirmelerine katkı sağlamaktadır. Çocukların yaptığı işlerden zevk almasını, sosyal ve bedensel gelişimlerini rahat ve sorunsuz bir şekilde tamamlamalarını sağlamanın dışında, sanat aktiviteleri çocuğun özgün düşünmesini ve estetik duygusunu geliştirmesini sağlamaktadır. Bu nedenle yapılan sanatsal eylemler çocuğun duygusal rahatlığa erişmesine aynı zamanda ezberci bir zihniyetle değil, zevkle öğrenmesine katkıda bulunmaktadır. Sanatla ilgilenen bir çocuğun her zaman kendi seçimleri, tarzı, kendi fikirleri vardır. Dünyaya bakış açısının renklenmesinin yanında bilişsel açıdan yaşıtlarının üstünde performans sergilediği de görülür.

Çocuk gelişiminde kritik dönem olan ergenlik dönemi sorunları da sanat uğraşlarıyla hafifletilebilir. Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle, kitle iletişim araçları çocuklar ve gençleri baskın kültürün değerleri, ürünleri ve imgelerine maruz bırakırken, özellikle bireysel bir kimlik duygusu geliştirme sürecinde olan gençler için sanat, kendilerini tanıyıp özgün yanlarını keşfedebilmelerine, kendi seslerini duyurmalarına olanak sağlar. Ergenlik ile birlikte iç dünyasına çekilen çocuk şarkılarıyla, notalarıyla, resmiyle duygularını dışa vurur. Çocuğun sanatla uğraşması, çevresinde farklı olan kişileri yadırgamadan ve dışlamadan kabullenmesini de sağlamaktadır.

Her çocuk biriciktir. Belki hepsi çok yetenekli olmayabilir. Fakat kimi zaman sanat; çocuğun içindeki sanatçıyı ortaya çıkarmaktan ziyade onun duygularına, hayata bakışına, sosyal beceriler kazanmasına, özgüvenine, ruhsal olarak rahatlamasına hizmet eder. Evrensel bir iletişim metodu olarak görülen sanat sayesinde çocuklar, stresle başa çıkmayı da öğrenirken, çocukta özgür düşüncenin gelişmesi ve okul başarısının artması gibi durumlar gözlemlenmeye başlanmaktadır.

Araştırmalar sanat yoluyla çocukların önemli kazanımlar edindiğine işaret etse de, sanat atölyelerini özel yetenek gerektiren programlar olarak gören, hatta okul başarısına engel olarak düşünen ailelerin sayısı azımsanmayacak kadar yüksek. Ailelerin bu gibi atölyelere akademik programlar kadar değer vermeleri, çocukların katılım ve devamlılık oranını büyük oranda etkiliyor.

Ailelerin çocuklarında sanata ilişkin heyecan ve ilgi uyandırmak için yaşadıkları çevrede bulunan sanat atölyelerini araştırmalarında fayda var. Doğru bir seçim yapabilmek adına bu sanat atölyedeki eğitimcilerinin alanında uzman kişiler olmaları, tercihen Milli Eğitim Bakanlığına bağlı çalışmaları ve en önemlisi felsefelerinin ticaretten ziyade bir çocuğun ruhuna dokunmak ve duygularını sanatla birleştirmesine katkı sağlamak olmasına dikkat etmenizi öneririm.

“Sanat, her çocuğun eğitiminin kalbini oluşturmaktır” James Wolfensohn

 

 

 

 

 

 

 

KADINLAR GÜNÜNÜN ARDINDAN

KADINLAR GÜNÜNÜN ARDINDAN

8 Mart günlerini Kadınlar günü olarak kutluyoruz.

Kadınlar 1857 yılında Amerika’da bir tekstil fabrikasında grev yapmışlardı.

Belkide bu grev dünyada uygulanan ilk grev olmuştu.

Güvenlik güçleri grevi bastırmak için fabrikayı kuşatmıştı.

İşte tam bu sırada fabrikada yangın çıkmıştı.

Bu yangın ve duman yüzünden çoğu kadın olmak üzere 129 işçi hayatını kaybetmişti.

5 Ülkenin tekelinde olan Birleşmiş Milletler bu feci olayın 120 sene sonra yani 1977 yılında farkına vardı ve 8 Mart 1977 tarihini Dünya Kadınlar Günü olarak ilan etti.

Biz ise 1980 öncesi ve sonrası  şartlar nedeniyle ancak 1984 yılında uygulamaya geçirebildik.

Yıllarca her konuda ikinci planda bırakılan kadınlar, yılmadılar ve hayatın her alanında başarı kazanmaya başladılar.

Özellikle hizmet sektöründe bankacılıkla sağlık sektöründe ve iletişim sektöründe erkeklerden daha iyi iş çıkardılar.

Bazen metro da vatman, bazen belediye otobüs şoförü bile oldular.

Kısacası günümüzdeki tüm iş kollarında erkeklere alternatif olmaya başladılar.

Ev hayatında ve iş hayatında kendilerine uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddetten de korkmadılar.

Ve kadınlarımız artık kendi yol haritalarını kendileri çizmeye başladılar.

Kadınlarımız artık sadece eş değil, projelere ortak olmaya da başladılar.

Korona aşısını bulan Türk asıllı Alman profesör Uğur Şahin ve eşi Dr.Özlem Şahin’i gururla izliyoruz.

Hem ev hayatındaki ortaklığın, hem de iş hayatındaki ortaklığın en özel örneğini veriyorlar.

Hayatları laboratuarlarda geçmiş bu mutlu ve yorgun insanları hiç unutmayacağız.

Son yıllarda kadınlarımız dünyanın en önemli ekonomik kurumlarının başlarında görmeye başladık.

Kadınlarımız her alanda yaşamın içine denge ve nezaket getirecektir.

Günün sözü,

Köleliğin en kötüsü,

Kendi nefsine köle olmaktır.

“La Fantaine”

 

COVİD 19 DÖNEMİNDE DOĞRU BESLENMENİN ÖNEMİ

COVİD 19 DÖNEMİNDE DOĞRU BESLENMENİN ÖNEMİ

Dünya genelinde ne yazık ki savaş içinde olduğumuz COVİD 19 salgını nedeniyle hayatımızın çoğu kısmı kısıtlanmıştır. Bu dönemde sokağa çıkma kısıtlamaları nedeniyle herkesin beslenme şekli olumsuz yönde etkilenmiş ve çoğu birey kontrolsüz şekilde kilo almaya başlamıştır. Karantina sürecinde genel olarak bireylerde, evde çok fazla zaman geçirdiği için düzensiz beslenme alışkanlıkları oluşmuştur. Bu alışkanlıkların başında duygusal yeme davranışı ve karbonhidrattan zengin beslenme şekilleri yer almaktadır.

DUYGUSAL AÇIDAN BESLENME

Bireylerin duygu durumu veya kişisel özelliklerinin yeme davranışlarını üzerinde etkisi vardır. Duygusal yeme birtakım duygu durumlarına yanıt olarak meydana gelen bir yeme davranışıdır. Normalde anksiyete, kızgınlık, depresyon vb. duygu durumları iştah azalmasına neden olurken duygusal yeme davranışı sergileyen bireyler benzer duygu durumlarında aşırı bir yeme davranışı göstermektedir. Duyguları tanımlamada veya algılamada zorluk yaşanması tıkınırcasına yeme ataklarını tetiklemektedir. Bireyler duygularını yoğun bir şekilde yaşarken, duygularının gerçekte ne anlama geldiğini belirlemekte zorlanırlarsa, bu duygu durumu ile baş edemeyeceklerini düşünerek dikkatini besinler aracılığı ile dağıtmaya çalışırlar. Bu durum kişilerde daha fazla enerji aldıkları, daha fazla miktarda yağ, karbonhidrat ve protein tüketiminin söz konusu olduğu bir duruma dönüşmektedir. Ayrıca, karantina sırasında pandemi hakkında sürekli seyredilen ve duyulan haberler, kişide psikolojik stresin artmasına ve endişe duymasına neden olabilir.

OMEGA -3

Besin ve duygu durumu arasındaki ilişkide etkisinden bahsedilen bir diğer besin öğesi omega-3 yağ asitleridir. Omega-3 çoklu doymamış yağ asitlerinin depresyon üzerindeki olumlu etkisi, bireylerin sinir sisteminde bol miktarda bulunmasına ve depresyon sürecinde bağışıklık sistemini güçlendirmesine neden olmaktadır. Diyetinde balık tüketimi ve omega-3 yağ asidi alımı az olan bireylerde de depresyon riski daha yüksektir. Beslenme programınızda haftada 2-3 kez mutlaka balık tüketilmelidir.

ANTİOKSİDANLAR

Karantina sürecinde, artan makro besin öğesi (karbonhidrat, protein, yağ) alımına obezitede olduğu gibi mikro besin öğesi (vitamin, mineral) eksikliği de eşlik etmektedir. Mikro besinlerden zengin meyve ve sebzelerin bağışıklık Bunun nedeni, E vitamini, C vitamini ve beta karoten gibi antioksidanlardır. Beta karoten en çok tatlı patates, havuç ve yeşil yapraklı sebzelerde bol miktarda bulunurken, C vitamini kaynakları kırmızıbiber, portakal, çilek, brokoli, limon, diğer meyve ve sebzelerde bulunur. E vitamininin başlıca besin kaynakları ise, bitkisel yağlar (soya fasulyesi, güneş yağı, mısır, buğday tohumu ve ceviz), fındık, tohumlar, ıspanak ve brokolidir. Bu sürecimizde makro ve mikro besin öğelerimizden yeterli ve dengeli miktarda vücudumuza almamız gerekmektedir. Özellikle E, C ve Beta Karoten bakımından zengin besinler tercih edilmelidir.

D VİTAMİNİ

Kışın D vitamini eksikliğinin viral salgınlarla ilişkisi vardır. D vitamininin temel kaynakları güneş ışığı ve diyettir. D vitamini gereksinmemizin %90’ı güneş ışığı aracılığı ile vücutta sentez edilmektedir. Diyetle D vitamini gereksinmesinin sadece %10’u karşılanmaktadır. Dışarıda geçirilen zaman ve dolayısıyla güneşe maruz kalma sınırlı olduğundan, diyetlerde ve beslenmelerde D vitamini miktarına özen gösterilmelidir. D vitamini içeren gıdalar arasında; karaciğer, yumurta sarısı ve D vitamini ile zenginleştirilmiş gıdalar (süt, yoğurt) yer alır. D vitamini takviyesi alınıp alınmayacağına gerekli tahliller yapıldıktan sonra hekim tarafından karar verilir.

Size önerim ise özellikle akşam yemeğinden sonra hamur işleri, tatlılar, kavrulmuş çerezler, abur-cuburlar vb. gıdalardan uzak durun! Bu dönemde günde en az 2 porsiyon meyve, 2 porsiyon sebze ve et-tavuk-balık tüketimine dikkat edin! Son olarak da şu dönemde sabah kahvaltısını asla atlamayın!

ŞEHİTLERİMİZE…

ŞEHİTLERİMİZE…

 

Üzülerek söylüyorum ki maalesef ülkemizde bazı acılar kronik hâle geldi. Tıpkı bir türlü bitmek bilmeyen, sonu gelmeyen şehit haberlerinde olduğu gibi…

 

Bu acı çocukluk yıllarında çalınmış bir kere kulağıma! Üzerinden yıllar da geçse kulağımda kalmakta ısrar eden bu haberin sesiyle yaşadım ergenliğimi ve genç kızlık dönemlerimi…Mamafih, yaş ömrün yarısına merdiven dayamışken bile bu ses kalmaya devam etti.

 

Düşünün ki ben neredeyse bir ömrü yarılıyor olmama rağmen, bu acı haberlerin tırmaladığı kulaklarımdaki o seste gram değişiklik yok!

 

Tabii zaman bu kadar uzayınca, işitme organımda kalıplaşmış o ses yüreğime kadar inerek, orada çöreklendi.

Gitmiyor bir türlü… Bitmiyor…

 

Yıllar, ardınca bir bir devriliyor da bu sesin soluğu kesilmiyor…

 

Eh bu durumda benim gibi eli az buçuk kalem tutan biri de oturup duygularını kağıda yazıyor.

 

Buyurunuz, şehitlerimize hitaben yazdığım o dizeler;

 

Siyah giydim bugün,

Siyah döpiyesimi.

Sabah uyandım,

Baktım;

Gün ağarmış ama havada ağır bir kömür kokusu!

Bunca acıya rağmen, “yaşanması gereken bir gün var” dedim kendime.

Kalktım…Gardırobu açtım.

Bahar renkleri giysilerime baktım önce.

Ve sonra; mevsime yakışmadığı için kenara itilen siyahlarıma!

Elim, yüreğim, fikrim, gözlerim…

Hepsi birden siyahlara uzandı.

Sonra tuttum, bir de beyaz fular taktım.

Siyah giymek yaşanmış acıları geri getirmezdi, biliyordum.

Fakat beyaz “UMUT” olabilirdi kalanlar için!

Artık hazırdım günü yaşamaya…

Ne kadar yaşanırsa işte!

Aynanın karşısında son hazırlığımı yaparken dedim ki içimden;

“Tanrım, ne çok acı yaşadık  geçmişimizde”.

 

Şehitlerimize Allah’ tan rahmet, yakınlarına ve tüm ulusumuza başsağlığı diliyorum.

Playoff Zordur Ama İmkansız Değildir

Playoff Zordur Ama İmkansız Değildir

Bursa spoe maçından önce Bursaspor için çok kötü bir karne vardı.

Son 5 maçta sadece 1 puan almıştık.

Ve bu maçların ğçğnde ise hiç gol atamamıştık.

Puan cetveline baktığımızda ise play off hattının bir hayli uzağındaydık.

Hem çok gol atan, hemde çok gol yiyen bir takımdık.

Kalecimiz Atanerk için çok başarılı olmasına rağmen, en çok gol yiyen takımlar arasındaydık.

Bunun anlamı ise defansımız delik deşikti.

İşte böyle bir ortamda Akhisar spor maçına çıktık.

Ard arda iki gol yiyince şok olduk.

İlk yarım saat içinde İzmir bölgesi hakemi tarafından iki penatlı ile cezalandırılmıştık.

Ama 2-0 mağlup durumda iken aleyhimize verilen ikinci penaltıyı kalecimiz Ataberk kurtarınca maçın kaderinin değişeceğini hissettik.

Ardından Emirhan’ın attığı golle maça tutunduk.

Akhisar spor maçında genç Bursaspor’un hem rakiplerimiz tarafından, hemde hakemler tarafından ezildiğini fark ettik.

Akhisarspor maçında 2-0 maplubiyetten 3-2 galibiyete dönüşümüzü önemsiyoruz.

Bu galibiyet play off umudumuzu yeşertti.

Ama özellikle defansımızın, hem fizik olarak, hemde mental olarak güçlenmesi gerekiyor.

Çünkü çok gereksiz sebeplerle kart görüyoruz.

Pres yapmak ve rakibe yakın oynamak konusunda genç oyuncularımızı bilinçlendirmeliyiz.

Özellikle ceza sahası içinde rakibe yaptığımız müdahalelerde çok dikkatli davranmalıyız.

Nitekim Akhisar spor ile oynadığımız maçın hakemi pozisyonlardaki kanaatlerini hep Akhisarspor lehine kullanmıştır.

Mustafa Er hocamızın ikinci devrenin başında dört oyuncuyu aynı anda değiştirmesi her zaman görülecek bir uygulama değildir.

Ama mağlup vaziyette, böyle riskli bir karar alan Mustafa Hocaya Tanrı da destek vermişti.

Hedefimiz play off bölgesine daha da yaklaşmaktır.

Play off zordur ama imkansız değildir.

 

Günüz sözü,

Para her şeyi yapar diyen adam,

Para için her şeyi göze alan adamdır.

B.Franklin