Köşe Yazıları

YAŞAMIYORUZ, YAZIYORUZ!

YAŞAMIYORUZ, YAZIYORUZ!

Yazıyorum efendim!

Yazıyorum çünkü yazmayı seviyorum. Fikirlerimi beyan edebildiğim, yüreğimdekileri alenen dökebildiğim, kendim olabildiğim her konuda, her şey hakkında yazmayı seviyorum.

Bu benim için ekmek ve su gibi bir ihtiyaç. Ama öyle “Dur bakayım, bir şeyler yazmam lazım!” deyip de elime kalemi kağıdı alıp ilham bekleme durumları olmadan yazıyorum. Zaten öyle olsaydı, bu bir mecburiyet olur ve benim gibi; kalıplardan, zorlamalardan hoşlanmayan bir insan için de işkenceye dönüşürdü.

Oysa ben kendine işkence etmeden yazmayı sevenlerdenim… İstediğim için, sevdiğim için, yazma eyleminin ruhumda bıraktığı tatlı tını için yazıyorum.

Sahilde, yolda, otelde, kafede, uçakta, otobüste…Hasılı; aklıma düşenleri oracıkta yazmayı sevenlerdenim.

Gecenin 3′ ünde 5′ inde, katran karasına kendini bırakmış günün devrinde, sabahın seher vaktinde, gün ortası- toplantı molasında…Kısacası; zaman fark etmeksizin yüreğime düşenleri yazmayı sevenlerdenim…

Ağlayan bir bebeği gördüğümde, gülen bir yüze değdiğimde, uçan kuş kanadını çırptığında, denizin dalgası kıyıyı yaladığında, bir ihtiyarın manalı bakışında, çiçek tomurcuk verdiğinde vs. vs…Yazarım…Çünkü ben, malzemesini dünyadan ve içindekilerden edinmeyi sevenlerdenim…

Sözün özü, her şey hakkında, her ne zaman ve nerede olursam olayım yazmayı severim.
Sözcüklerin gücünü severim!

Kitaplar yazdım…Daha da yazılmayı bekleyen kitaplarım var; her birinin de tarzları ve içerikleri birbirinden farklı olan. Mesela yine bu yıl piyasaya çıkartmayı düşündüğüm yeni kitabım AŞK-I GÛZAF gibi.

Geçen gün eski bir dostuma yukarıda okuduğunuz satırların aynısını söyledim. Adı geçen müstakbel kitabımdan zaman zaman yaptığım alıntı paylaşımlarımın üzerine, yukarıdaki satırları sesli olarak söylemem şart oldu, eski dosta!

Malumunuz; adı üzerinde, AŞK-I GÛZAF! Bir nevi hüznün hikayesi!

Kitaptan ara ara yaptığım alıntıları baş tacı yapan sevgili dostum, aynı zamanda da yüreğine merak yapmış meğer!

Sebebi ise benim kadar şen ve pozitif bir insan nasıl bunları yazabilirmiş? Yoksa dostluğumuzun gram hatırını kollamayıp, gizliden gizliye yaşanmışlıklarım olup da bir kerecik bile bunlardan ona söz etmemiş miyim? vs.vs.

Bildiğiniz üzere, biz kadın milleti biraz da olayları abartmayı sevdiğimiz için böyle konuları gözümüzde büyüterek, hemencecik gücenme duygusuna kapılıveririz!

Pek sevgili dostum da her nedense bu hisse kapılarak gücenivermiş bana! Şen kahkahalarımı dışarıya savururken ben, dostluğumuzun hatırını kollamadığımı düşünüp için için kederli hisler yaşadığım zannına kapılarak!

Her ne dediysem ikna edemediğim sevgili dostum gibi düşünenler için buraya da yazıyorum; biz yazarlar dramatik bir kitap ya da bir şeyler yazdığımızda o olayı birebir yaşamış falan olmuyoruz!

Elimizde mendil, 7×24 ağlama krizlerine girmiyoruz!

Ve dramatik konuları ele aldığımızda binbir küfür edip, kahır küpüne dönerek, hayata küsmüyoruz.

Bizler sadece çok iyi empati yapabiliyor, başka hayatları iyi gözlemliyor ve yeri geldiğinde mükemmel bir araştırmacı oluyoruz.
Ve bu doğrultuda, yazma eylemine geçtiğimizde ise hislerimizi maksimum derecede iyi kullanabilen, yön veren ruhlara dönüşebiliyoruz.

Aksi halde düşünsenize; yazmış olduğumuz her şeyi yaşamış olsaydık şayet, buna ne ömür yeterdi ne de zaman.

Hayır, hayır, hayır …

Biz yazarlar yazdığımız her şeyi bire bir yaşıyor falan değiliz.

Bunun empatiyle alakalı bir durum olduğunu onlarca kez söylememe rağmen, bana ayrılmış olan bu köşede de, benimle aynı kaderi paylaşan bütün kalemdaşlarım adına bir kez daha belirtmeyi boynuma borç bilirim.

Yazdıklarımızın tümünü yaşıyor değiliz, sadece yazıyoruz.

Alın yazılarınızın güzel yazılmış olması dileğimle,

Esen kalın.

NATO TOPLANTISINA GRAFİKLERLE GİTMELİYİZ

NATO TOPLANTISINA GRAFİKLERLE GİTMELİYİZ

14 Haziranda, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Amerikan başkanı Biden NATO toplantısında buluşacaklar.

Bu toplantı vesilesi ile tüm üyelere bizim (1950’li yılların başlarında katıldığımız Kore savaşında, verdiğimiz yüzlerce şehidimizi hatırlatmalıyız.

F-35, S-400 polemiğinde boğulmadan kendimizi grafiklerle anlatmalıyız.

İlk grafik , (1950)li yıllarda KORE’DE şehit verdiğimiz subay ve askerlerimizle, ilgili olmalıdır.

Başkan BİDEN’ DE, NATO’ NUN yeni ortakları da, bizim yıllar önce çektiğimiz külfeti bilmelidir.

Bundan sonraki grafikler, (P.K.K)nın bölgede görevli memurlara verdiği zulüm ile ilgili olmalıdır.

İlk olarak (P.K.K)nın bölgede öğretmenlere yaptığı katliamla ilgili olmalıdır.

Hangi ilde hangi tarihte , hangi öğretmenin şehit edildiği , grafikte yer almalıdır.

Bir sonraki grafik,hemşireler ve diğer şehit edilen sağlık personeli ile ilgili olmalıdır.

Ayrıca yol yapımında ve elektrik bağlantısında görev yaparken şehit edilenleri de grafikte bildirmeliyiz.

Yakılan iş  makinalarını da resimli olarak göstermeliyiz.

P.K.K tarafından yakılan ve itiraz edilen orman yangınlarını da grafikli ve resimli olarak NATO üyelerine sunmalıyız.

NATO’CU kafalar binlerce asker ve polisimizin şehit olmasına pek aldırmazlar.

Ama yöre halkına sağlık hizmeti sunan, yöre halkını eğiten ve yöre halkının alt yapısı ile ilgilenen , bu tip meslek gruplarının ,şehit edilmesini de hoş görmezler.

Son grafik ise Amerikalı üst derecedeki subayların, bölgede (P.K.K) elebaşları ile çektirdikleri resimler olmalıdır.

Bu son grafik tüm NATO üyelerine gösterildikten sonra Başkan BİDEN’E sunulmalıdır.

Son olarak FETO’NUN 15 Temmuz darbe girişimi sonucunda, verdiğimiz 259 şehit açıklaması ile konuşmamızı bitirmeliyiz.

Bu grafikleri gördükten sonra Başkan BİDEN’İN konuşacak cesareti kalmayacaktır.

 

GÜNÜN SÖZÜ

En mükemmel adalet vicdandır.

Victor Hugo

 

Anayasa Taslakları ve Erken Seçim

Anayasa Taslakları ve Erken Seçim

Millet İttifakı bir süredir erken seçim talebiyle iktidar tarafını sıkıştırıyor.

Cumhur İttifakı ise, yeni anayasa yapımı hamlesiyle, hem gündemi değiştirmeyi, hemde zaman kazanmayı başardı.

Ardından tüm siyasi partilerin anayasa taslaklarını medyada incelemeye başladık.

Aslında güçlendirilmiş parlamenter  sistem isteyenlerin, güçlendirilmiş bürokratik sistemi özlediklerini anladık.

Senato meclisinin yeniden kurulmasını isteyen partiler var.

Üst derece atamaların, üçlü kararname ile yapılmasını özleyenler var.

Cumhurbaşkanının aynı zamanda parti genel başkanı olmasına karşı çıkanlar var.

Altı yıllığına bir kez seçilmesini ve sembolik görüntü yapmasını teklif edenler var.

Aslında Amerika’yı ve diğer tüm dünya liderlerini izledikçe sembolik cumhurbaşkanlığının bu devirde yetersiz kalacağını görüyoruz.

Yasalara ve hukuka uymasını ama etkili ve hızlı kararlar almasını isteriz.

Bu arada muhalefeti anayasa çalışmasına iten Akparti salgı ve ekonomik kriz ortamından birazda olsa kurtulmanın yollarını arıyor.

Eğer salgın hastalık ve kriz ortamı yaşanmasaydı, yeni anayasa yapılması belki gündeme bile getirilmeyecekti.

Ama mevcut şartlarda, hem anayasayı, hemde seçim kanununu değiştirerek, muhalefet tarafından yaratılan erken seçim baskısını kaldırmak istiyor.

Çünkü seçim kanununda  yapılacak en ufak bir değişiklik ile seçimlerin  en az bir yıl ileriye aktarılacağını çok iyi biliyorlar.

Yeni anayasa çalışmalarının referanduma doğru gittiğini gören Kılıçdaroğlu, sadece erken seçim için referandum istedi.

Anayasa refertandumu bir bakıma 2023 seçimlerinin de şifresini verecektir.

Görünen o ki, her iki ittifak da, referanduma hazırdır.

 

Günün sözü,

Bir devleti kurmak  bin sene ister,

Yıkmak için ise bir saat yeter.

“Lord Byron”

 

NEDEN EVLENMEMELİ?

NEDEN EVLENMEMELİ?

 

 

Bu hafta içinde hızlı okuma yeteneğim sayesinde bir çırpıda üç kitap okudum. Vakit bolluğundan değil tam aksine, zamanımın kıt olmasından dolayı… Nitekim bu okuma şeklini pek onaylamasam da ruhumun buna ihtiyaç duyduğuna kanaat getirerek, 4 günde 3 kitabı tabir-i caizse yaladım yuttum!

 

Bunların üçü de kitaplığımdan rastgele seçtiğim, okunmayı bekleyen kitaplardı.

 

Helen Keller,

Psikolog C. Subaşı ve

Halil Cibran’ a ait kitaplar.

 

Tesadüfen üç kitabın üçünün de kökeninde kendin olmak, kendini bulmak gibi içsel konuların yer aldığı ana tema yatıyordu. Her ne kadar üçünün de anlatım dilleri, bakış açıları ve hatta konuyu ele alışları farklı olsa da aslında işin özü buydu! Yani insanın öz benliğinde ne olduğu ve ne olmak istediği idi. Neyi, neye dayanarak, nasıl yaptığı…

 

“İyi  kitaplar mıydı?” diye soracak olursanız; “Eh işte, fena değildi” derim, “Helen Keller’ın kitabı ve yazım dili hariç ki mutlaka okunması gereken bir kitap ve hayat” diyerek de ekleme yapmak isterim.

 

İyi de, “Attığın başlıkla bunlar ne alâka?” veya “Hayırdır, güncel konuları yazmaktan vaz mı geçtin?” diyebilir yazılarımı takip edenleriniz.

 

Açıkçası, hayatın içinde akıp gidenleri yazmaktan vazgeçmedim geçmemesine amma velakin etrafa, olaylara, olanlara şöyle bir bakınca, çıfıt çarşısı gibi olan dünya ve hatta ülke gündeminden bir şeyleri yazmak içimden gelmedi. Hele ki ülke gündeminden veya ülke insanından meseleleri ele almak hiç geçmedi, ne kalbimden ne de kalemimden!

 

Hâl böyle olunca, ben de vurdum kendimi kitaplar dünyasına!

 

Helen Keller’ın sahici kitabı haricinde diğer iki kitapta da aradığım tadı bulamayınca, “Nerede o eski kitaplar?” cümlesini istemsiz kuruverdiğimi fark ettim.

 

Okkalı kitaplardı onlar; bir okumak yetmezdi de bir daha okumak isteyeceğiniz türden…

 

Nobel Edebiyat ve Pulitzer ödüllü Ernest Hemingway’ in kitapları gibi…Hani şu “Çanlar Kimin İçin Çalıyor?” ve “Silahlara Veda” romanlarının yazarı olan gazeteci-yazar Ernest Hemingway’ den bahsediyorum.

 

Yazdığı roman, hikaye, öykü ve antolojilerinin buraya bile sığmayacağı kadar çok olan Amerikalı usta kalemden bahsediyorum.

 

Her ne kadar Nobel Edebiyat ve Pulitzer Ödülü’nü “Yaşlı Adam ve Deniz” adlı eserinden dolayı almış olsa da Hemingway, her kitabı, her öyküsü mutlak bir gerçekliği yansıtıyor. Keskin ve kesin sonuçlu gerçeklikler…

 

“Hayat hakkında yazabilmen için önce onu yaşaman gerek” diyerek, hayatı dolu dolu yaşamış ve hayatı boyunca pek çok kimliğe bürünmüş, adrenalin yüklü bir kişiliğe sahip olan Hemingway’ in eserlerinin vakt- i zamanında damağımda bıraktığı tadı özlüyorum.

 

Başlık yazım ise yazmış olduğu ikinci öykü kitabı olan “Kadınsız Erkekler” adlı eserinden. Bu kitaptan yola çıkarak “Neden Evlenmemeli?” konu başlığını atmakta hak sahibi gördüm kendimi. Aslında bu hak edişi kendimde değil, Hemingway’ in kalemimin ve bu kitabının bana verdiği yetkiden dolayı buldum. Zira bahsi geçen kitap, okurları tarafından öylesine tutulmuş ve sevilmiş ki, bu hızla ardınca demeçler gelmiş Hemingway’ den!

 

“Neden evlenmemeli?” sorusunun cevabı da verdiği bu demeçlerden birinin içinde arz-ı endam etmiş!

 

Hoş… Siz, dünyaca ünlü ve usta kalemin bu şekilde kelam ettiğine bakmayın! Keza kendisi 4 kere evlenmiş!

 

Kıssadan hisse; bu haftaki köşe yazımda hayatımdaki bakış açımdan ve keyif aldığım bir hissiyattan kulple sunmak istedim size; kalemim ve sözcüklerim yettiğince…

 

Ernest Hemingway’ in kitapları mı?

 

Alınız ve okuyunuz…Ülkemizde ona ait kitapların satışının olduğunu memnuniyetle bildirmek isterim.

 

Esen kalın.

Yeni Yol Haritamız Nasıl Olacak

Yeni Yol Haritamız Nasıl Olacak

Cumhur İttifakı yeni yol haritası konusunda kesin karar verme noktasına gelmiştir.

Bundan böyle ya Amerika, Nato ve AB ile birlikte yürümeye devam edecektir.

Yada Rusya ve Çin ile daha güçlü yeni ortaklıkları tercih edecektir.

Aslında bir süredir siyaset alanında ve toplumsal kesim de yaşanan gerginliğin ve düzenlenen provakasyonların sebebi budur.

CHP ve İYİ Partinin batı ittifakından kopmamak için direndiklerini görüyoruz.

HDP’nin zaten batı ile işbirliği içinde olduğunu biliyoruz.

Amerika başkanının Erdoğan’ı devirmek için yaptığı kışkırtıcı konuşmaları okuyoruz.

Ek olarak Deva partisi ve Gelecek partisinin de proje partisi olduklarını görüyoruz.

Ayrıca Ak Parti içinde iktidar yorgunu ve batı yanlısı olanların varlığını da hissediyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, aşı temini konusunda Çin’e enerji projeleri konusunda Rusya’ya yaklaştıkça muhalefet liderlerinden provakatif hamleler gelmeye başlamıştır.

Bu sebeple Uygur Türkleri ve Kırım Türkleri konusu gündeme getirilmeye başlanmıştır.

Yeni sistem Ak Partili siyasetçileri ve Milletvekillerini sessizliğe itmiştir.

Ak Parti içinde İmam Hatip Kökenli dindar kesim Milliyetçi ve Liberal çizgideki kesimlere göre daha etkin konumda görülmektedir.

Nitekim İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’ya Devlet Bahçeli’den gelen tam destek Ak Parti genelinden dha çok etkin olmuştur.

Aslında geçmişte Anavatan partisi içinde de benzer olaylara tanık olmuştur.

Başlangıçta merhum Özal dört siyasi eğilimi birleştirmeyi başarmıştır.

Ama Özal Çankaya köşküne çıkınca eğilimler arasında güç savaşı başlamıştı.

Anavatan Partisi içinde ki sol kesim zaman içinde eriyip gitmişti.

Ama Milliyetçi ve Liberal gruplar ile muhafazakar dindar gruplar arasındaki güç mücadelesi hiç dinmemişti.

Bu iç çekişmeler Anavatan partisini bitirmiştir.

Bugün Ak Parti sadece Erdoğan’ın varlığı ile bütünlüğünü koruyabilmektedir.

Zaten içeride de, dışarıda da Erdoğan’ın hedef alınması bu yüzdendir.

 

Günün sözü;

İnsanın hakiki asaleti,

Faziletten gelir, doğuştan değil.

“Epiktefos”

Liderler Kabinesi ve (m.c.) Hükümetleri

Liderler Kabinesi ve (m.c.) Hükümetleri

Millet ittifakının geniş tabanlı bir liderler kabinesi olabileceği yönünde haberler okuyoruz.

Esas kadroda Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu ve Gültekin Uysal’ın yer alacağını duyuyoruz.

Ayrıca, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun da yedek kulübesinde beklediğini biliyoruz.

Bu geniş tabanlı Liderler kabinesi denilince aklımıza (1970)’li yıllarda kurulan Milliyetçi Cephe hükümetleri geldi.

Yükselen solu durdurmak için kurulan (M.C.) hükümetlerinin ortakları Demirel,  Erbakan ve Türkeş idi.

(MC) hükümetlerinin de sıkıntı kurulurken değil, kurulduktan sonra başlıyordu.

Bakanlıkların ve devlet kurumlarının, bankaların paylaşımında büyük pazarlıklar söz konusu idi.

Milli eğitim, içişleri, maliye ve dış işleri bakanlıkları, Demirel’in kontrolüne bırakılıyordu.

Erbakan hocamızın gönlünde ise yatırımcı bakanlıklar vardı.

Türkeş’in en çok önem verdiği kurum ise Devlet istatistik enstütisi idi.

Paylaşma bittikten sonra sıra tayinlere geliyordu.

Milli savunma bakanının ismi ise Genelkurmay tarafından iletiliyordu.

Çok imzalı kararnamelerle yapılan tayinler sırasında, partiler arasında pazarlıklar söz konusu oluyordu.

(MC) hükümetlerinin ortak ideolijisi Türk-İslam sentezi idi.

Bugünkü Millet ittifakında ise çok dağınık ve zıt ideolojiler ve siyasi tercihler var.

Solcular, Milliyetçiler ve muhazafakarlar var.

Ayrı bir devlet hayaliyle yaşayanlar var.

Fetö ve Amerika destekli partiler var.

Yabancı ortak olarak Amerikan başkanı Biden’de var.

Demokratik bir yelpaze gibi sunulan bu ortaklık seçimi kazanırsa, ülkede birlik ve bütünlüğü sağlamakta zorlanır.

Ülke de tam Amerika’nın istediği bir ortam oluşur.

Günün sözü;

Kapanmayan tek yara,

Vicdan yarasıdır.

“P.Çupas”

 

BAHÇELERİNİZ BAHAR GÖRMESİN!

BAHÇELERİNİZ BAHAR GÖRMESİN!

 

“Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, bahçeleriniz bahar görmesin!”. Başlık yazımın açılımı olan cümlenin tamamı budur.

 

Ağıt, sitem, serzeniş, kırgınlık, belki de tatlı bir beddua ve aslında içinde bir parça hayal kırıklığı da barındıran ve usulca, incitmeden, kırıp dökmeden söylenmiş küskünlük cümlesi.

 

Bana göre son dönemlerde dile gelen en ince, en naif  ama diğer yandan içinde tıka basa  sitem hapsetmiş cümledir bu cümle.

 

Hakaret yok.

Küfür yok…

Rezil rüsva etmek yok.

 

Sosyal arenada çokça gezinmeye başlayan serzenişlerden biri sadece…Belki siz bile denk gelmişsinizdir bu cümleye .

 

Peki ama anlamı, karşısında anlayanı olunca güzelleşen bu kelimeler toplamını ben niye taşıdım köşeme?

 

Türk halkına benzettiğim için!

 

Hemen açıklayayım.

 

Son kapatmayla birlikte ve maalesef turizm adına yapılmış talihsiz reklamların dönmesiyle birlikte okurlarımdan bana gelen yorumlara istinaden köşeme aldım, yukarıda okuduğunuz serzeniş dolu bu sözü.

 

İnsanlarımız artık kızgın olmaktan çok öteler! Kendilerini ifade etmekten yorgunlar. Yaşadıkları ülkede değersiz hissettirildikleri için üzgünler…

 

Her birinin yüreğinde isyan bayrağı dalgalanmış durumda!

 

“Keşke sesimizi duyan olsa” diyorlar. “Keşke hakkımız olan ve aynı uyruktan olmayanlara verilen değerin yarısı bizlere de verilse!” diyorlar. Ve belki de ilk defa bu denli sessiz çığlıklar attıklarını duydum okurlarımın. Canları acıyarak, alenen ilk defa ağız dolusu konuştuklarını duydum, okudum.

 

Her birinin yaptığı yorumlarda aynı duygular hakimdi. Artık kızgın bile değiller! Sadece üzgünler ve kırgınlar!

 

Haksızlıklara, eşitsizliğe ve hiçe sayılmaya…

Üstelik bu kez onları teselli edecek söz bile bulamamak benim için daha da acı oldu. Nitekim hepsi de baştan sona haklılar sitemlerinde.

 

Bazen sözün bittiği yere gelip neden, niçin diye sormaya ve sorgulamaya bile gerek duymuyoruz artık!

 

Türk toplumu, çiçek gibi insanların oluşturduğu bir toplumdur oysa…

 

“Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, bahçeleriniz bahar görmesin!”.

 

Esen kalın.

Bursaspor ve Beşiktaş Hakkında

Bursaspor ve Beşiktaş Hakkında

Bursaspor 2020-2021 futbol sezonunda hedefine ulaşamadı.

Ama yetenekli ve genç kadrosu futbol severlerin gönlünde iz bıraktı.

Maça çıkan 11 futbolcudan 10 tanesi Vakıfköy alt yapıdandı.

Tamamı genç olan bir kadrodan daha iyisi beklenemezdi.

Bu genç kadro üstlendikleri sorumluluğu en iyi biçimde yerine getirmiştir.

Bu sezon Bursaspor süper lige çıkamamış ama kadrosunda yer alan genç yetenekleri Türk futboluna armağan etmiştir.

Bu dönemde Bursasporun hem ekonomik yönden güçlü bir yönetim kuruluna ihtiyacı vardır.

Çalışanların parasını ve stadyumun elektrik masrafını ödeyemeyen yönetimler Bursaspor’un imajına zarar vermiştir.

Federasyonlar güçlü yönetimlere eksi puan cezası veremez.

22 Mayısta yapılacak olağan genel kurul sonuçlarını merakla bekliyoruz.

4 bin 685 üyesi bulunan Bursaspor’da aidatlarını ödemeyen 643 üyenin oy kullanamaması ibretlik bir olaydır.

Bu sene iki kupa birden kazanan Beşiktaş’ta futbol sezonuna iyi başlayamamıştı.

Borçları çoktu.

Hatta yüksek maaaş alan futbolcu Vida’nın bile satılması düşünülmüştü.

Burak Yılmaz’da mali durumu düzeltmek için satılmıştı.

Ama istikrarlı ve itibarlı yönetim, bu zorlukları yenmeyi başardı.

Hem çift kupalı şampiyonluğu kazandı.

Hem de Sergen Yalçın gibi genç bir hocayı Türk Futboluna armağan etti.

 

Günün sözü;

Azim ve sebat insanların en büyük yardımcısıdır.

Hz.Ali

   19 Mayıs 1919 Bağımsızlığa İlk Adım

   19 Mayıs 1919 Bağımsızlığa İlk Adım

19 Mayıs 1919 tarihinde yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurulması yolunda ilk adım atılmıştır.

Bu kutsal adım Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e nasip olmuştur.

Aslında Atatürk; Samsun, Amasya, Erzurum ve Sivas toplantılarından Anadolu halkının Kurtuluş Savaşına hazır olduğunu hissetmiştir.

Atatürk’ün; bu kurtuluş projesi için Anadolu şehirlerini seçmesi çok anlamlıdır.

Yaptığı toplantılarda Anadolu halkına olan güvenini tazelemiştir.

Nitekim; Anadolu halkı bu güveni boşa çıkarmamış; Urfa, Maraş ve Antep kendi imkanlarıyla işgalci Fransızları şehirlerinden kovmuştur.

Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te ve Erzurum’da yaşanan savaşlarla Kurtuluş savaşımızın sadece Sakarya ve İnönü savaşlarından ibaret olmadığını biliyoruz.

Zaten; Mara’ş ” Kahraman”, Urfa’ya ” Şanlı” ve Antep’e ” Gazi” ğnvanlarının verilmesi bu yüzdendir. Erzurum deyince aklımıza Nene Hatunun kahramanlıkları da mutlaka gelir.

Cumhuriyet tarihimizi analiz ederken yaşananları abartmadan saklamadan ve saptırmadan doğru olarak kaydetmeliyiz.

Geçmişten geleceğe bırakacağımız en değerli mirasımız gerçeklere dayanan tarihi bilgiler olmalıdır.

Çanakkale’de denizde ve siperlerde verdiğimiz bağımsızlık savaşı, Anadolunun tümünde verdiğimiz Kurtuluş savaşı ile taçlanmıştır.

Sonuçta; 19 Mayıs Bayramı sadec Genölik ve Spor bayramı değil bir kurtuluş ve bağımsızlık savaşının Samsun’dan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatıldığı tarihin yıl önümüdür.

Nisan ve Mayıs ayları Anadolu halkının Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde  uyandığı ve kendi gücünün farkına vardığı ayalrdır.

Ağustos ve Ekim ayları ise askeri zafer ve uygar yönetime geçiş aylarıdır.

Tüm bayramlarımız hepimize kutlu olsun.

 

Günün Sözü

Tüm yaşam eğitimdir,

herkes  öğretmendir ve herkes sürekli olarak öğrencidir.

BAŞLIKSIZ!

BAŞLIKSIZ!

Yeni dünya düzenindeki bir bayrama daha kavuşmuş bulunuyoruz.

Öyle kelli felli bir bayram yazısı yazmaya hiç niyetim yok. Zira ne bayram bayram gibi ne de şartlar bayram koşullarında. Yine de adet yerini bulsun diye bir bayram yazısı yazmak için parmaklarım klavyenin üzerinde gezinmeye başladı.

Yazmak istemediğimden değil, ruhum pandemili geçecek olan bir bayrama daha isyan ettiği için bütün bu sevimsizlik içeren hallerim.

Geçen seneki Ramazan bayramına gitti aklım, bilgisayarın başına geçmeden önce. Pandemili ilk dini bayramımız! Ne kadar safiyane, iyi niyetli ve umut dolu duygularla yaşamıştık o bayramı. “Ha şimdi geçip gidecek bu virüs, ha bitti bitecek…Eli kulağında çare bulunacak, seneye bayramda her şey normale dönecektir” gibi umut içeren söylemler eşliğinde geçirdiğimiz bayramdı…

O günlerden bu güne baktığımda, bu laflamaları yaptığımız eş dostun üzerinde büyük bir hayal kırıklığı olduğunu görmek üzücü. Eş-dost derken, sadece yakın çevre değil, toplum olarak aynı hislerde olduğumuz aşikar!

Hiç kimsede bayram coşkusu yok. Kalmadı…Bırakmadılar!

Çocukluğumdan beri okuduğum hemen her köşe yazısında eski bayramlara atıflarda bulunulur, geçmiş bayramların tadından bahsederdi işin üstatları. Belli bir yaşa geldiğimde ise artık klasik haline gelen o tarz yazılardan sıkıldığımı fark ederek, bayram yazılarını okumayı pas geçtiğimi hatırlıyorum belli bir yaştan sonra. Çünkü her biri sanki kopyala – yapıştır gibiydi! Aynı klişe sözler, “Nerde o eski bayramlar” ile başlayan cümleler… Hatta daha dün gibi hatırlıyorum; geçen sene dini bir bayramda yazdığım ve bir parçacık da klişe bayram yazılarını eleştirdiğim köşe yazımı.

Oysa şimdi diyorum ki; keşke yeni dünya düzenine odaklı mecburi hayatlarımızın yerine yine o, ” nerde o eski bayramlar” yazılarını okuma şansımız olsaydı!

Artık hiç birşeyin eskisi gibi olmayacağını anlamak, bilmek ve bazen bunun üzerinde düşünmek beni üzüyor açıkçası.

Dayatma hayatlarımızı ve 8 milyar küsur insanı her neye alıştırmak istiyorlarsa ve neye adapte etmek istiyorlarsa, bunu yani bu yaşamı sevmiyorum, sevmiyoruz.

“Eski bayramlar” konu başlıklı her köşe yazısının artık tarih olduğunu düşünüyor ve yeni düzenin ilk eski bayramını geçen yıl yaşadığımız bayram olarak kabul ediyorum.

Hayatlarımız “pandemiden önce” ve “pandemiden sonra” diye ikiye ayrılıyor artık. Yeni tarih bu şekilde yazılırken, bizler elimizde olmayan sebeplerden ötürü bunu izlemekle yetiniyoruz.

Yapacağımız, yapabileceğimiz hiçbir şey yok…Hayatta kalmanın dışında!

Belki satırlarımı okuyunca neden köşe yazıma bir başlık atamadığımı anlamışsınızdır. “Mutlu Bayramlar” deseydim, bugün hepimizin içinde bulunduğu yaşamın bizlerde bıraktığı psikolojik etkiyi inkar etmekle eşdeğer olacaktı.

Bu hafta köşe yazısını yazması benden, başlığını atması sizden olsun.

Sadece bir kaç güne sıkıştırılmış, sığdırılmış değil, her gününüz bayram tadında geçsin. Ömrünüzün her günü bayram sevinciyle dolsun. Dolsun ki, aydınlık geleceğe olan umudunuzu yitirmeyin.

Esen kalın.